Perşembe , 21 Mayıs 2015
Anasayfa » Her Taraf » Beyoğlu bu modelle bir kere daha çöker
Beyoğlu bu modelle bir kere daha çöker

Beyoğlu bu modelle bir kere daha çöker

KORHAN GÜMÜŞ- KAMU TARAFI / Merkezî yönetim İstanbul’un en değerli kamu alanlarını pazarlıyor ve kendisine kaynak yaratıyor. Bu olanlar Emek Sineması, Narmanlı Hanı, Tokatlıyan İş Merkezi gibi “kült” yapılarda olunca, dikkati daha çok çekiyor.

 

Piyasa koşulları neyi gerektiriyorsa o yapılacak!” Beyoğlu’nun “kült” yapısı, Narmanlı Hanı’nın projesini üstlenen mimar görevini böyle özetliyor.(*) Görüldüğü gibi bu anıt yapıyı restoran, mağaza ya da AVM yapmak için bir mimari zekâya ihtiyaç yok. Yatırımcılar, çıkar sahipleri siyasetçiler, kurullar ile ilişkileri olan mimarları seçerler, işlerini kolaylaştırmak için. Onlar da görevlerini yerine getirirler.

Oysa mimarlıkta ancak bu sorunu anlama cesareti olanlar, zekâ gerektiren bir iş yaptıklarını fark ederler. Alın size Gezi’ye inşa edilmeye çalışılan kışla taklidi AVM, Demirören İş Merkezi, Emek Sineması… Sorulması gereken şu: Beyoğlu neden zekâdan mahrum işlere sahne oluyor?

Bu soruya cevap vermek için projeyi beklemek gerekmiyor. Proje bir sonuçtur. Ortaya çıktığında işleyiş çoktan belirlenmiş olur. Eğer bir şeylerin aksadığı fark ediliyorsa, tersinden başlamak yerine, onu yönlendiren kurumsal işleyişlerin, fırsatların kamu adına nasıl kullanıldığına bakmak gerekir. Yani görünen sorundan, hep yapıldığı gibi projeden başlamak yerine, görünmeyen sorundan (mimarın sergilediği piyasacı mantıktan) başlamak.

Narmanlı Hanı için on beş sene önce hazırlanan proje de onu bir apart otel- rezidansa dönüştürmeyi amaçlıyordu. Projeyi de Emek Sineması’nı, Gezi’yi AVM’ye dönüştürmek isteyen mimar hazırlamıştı. Ancak kamuoyunda oluşan duyarlılık nedeniyle başarılı olamadı. Hem kurul üyesi olan, hem de yöneticilerle aracılık işleri yürüten bu “çift şapkalı” mimar önemli kültür mirası binaları piyasa mantığı ile dönüştüren bir dolu projenin de müellifiydi. Şimdi proje hazırlama sırası benzer birçok işi başarmış bir başka mimara geldi.

2000’li yılların başında Narmanlı’nın yıkılmasına karşı kazanılan davanın kararında (ve bilirkişi raporunda) “binanın korunmasında kamu yararı bulunduğu” belirtiliyor. Peki, sahi nerede bu kamu? Narmanlı Hanı’nı kendi aklı ve imkânlarıyla restoran ya da rezidans yapmak isteyen bir yatırımcı. Yatırımdan “kamu yararı adına” vazgeçmesi mi isteniyor?

Sanki “korumak” demek, “Beyoğlu’nda aman hiçbir şey yapılmasın (hatta düşünülmesin), Narmanlı Hanı da böyle kalsın” demek. Piyasacı dönüşüme itiraz edenlerin siyasetçisi, yatırımcısı, müteahhidi, mimarı ile, geniş bir “çıkar koalisyonu” tarafından “gelişmeye karşı çıkan çevreler” gibi gösterilmeleri büyük bir haksızlık. Onlara göre bilim, sanat, kültür gibi konularla uğraştığı varsayılan küçük bir “entelektüel” azınlık var. Bunlar ayrıcalıklarını korumak için gelişmeyi engellemeye çalışıyorlar. İnşaat yoluyla gelir elde etmek isteyen, yönetimlerle işbirliği fırsatlarını kollayan, projelere aracılık eden çıkar grupları yoksul emekçilere bu yalanı söylüyorlar. Haklarını yemeyelim, bu yalanın yutturulmasındaki önemli bir pay da iktidardan, kapalı işleyişten nemalanan, ayrıcalıklarını korumak için arkasındaki sınıfsal meseleyi örten, başkaları adına neyin doğru, neyin yanlış olduğuna karar veren elite ait.

 

ŞEHİR BU BAĞIMLI MANTIĞA MAHKÛM OLMAK ZORUNDA DEĞİL

Beyoğlu’nda neler oluyor? Yaratıcı düşüncenin piyasa güçlerine bağımlı olduğu yerlerde ne oluyorsa o oluyor. İşyerleri kapanıyor, yenileri açılıyor. Şehrin hafızasının önemli unsurunu oluşturan anıt yapılar piyasa aktörlerinin elinde AVM, restoran, rezidans gibi mekanlara dönüşüyor. 19. yüzyılda şehrin modern limanının kurulduğu kıyıları, antrepolar ve tersaneler özelleştiriliyor. Merkezî yönetim İstanbul’un en değerli kamu alanları olan bu kıyıları (plan dışına çıkararak) pazarlıyor ve kendisine kaynak yaratıyor. Düşük gelirlilerin yaşadığı semtlerde kentsel dönüşüm uygulamaları yapılıyor… Bu olanlar Emek Sineması, Narmanlı Hanı, Tokatlıyan İş Merkezi gibi “kült” yapılarda olunca, kamuoyunun dikkatini daha çok çekiyor. Bu binalar, Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşmesinin temsil alanı olarak kabul edilen, yapıldığı tarihte dünyanın en değerli mülklerinin bulunduğu İstiklal Caddesi (o zamanki adıyla Cadde-i Kebir) üzerindeki anıt yapılar. 19. yüzyıl kapitalizminin dönüştürdüğü Pera bölgesi, liman kıyısındaki yerleşim alanlarından, Galata’dan önce Taksim’e kadar uzandı. Sonra elektrikli tramvaylarla Şişli’ye, çok sonra, metro ile Maslak’a… Narmanlı Hanı bu sıçramanın ilk adımı, ilk mekânsal simgesidir. Bazı değişiklikler olsa da, İstiklal’deki en eski yapıdır. Caddeyi Karaköy’e bağlayan Tünel (1874) ondan sonra inşa edildi. Peki, o zaman neden bugün eski İsveç, Fransa, Hollanda, Rusya sefaret saraylarını, ya da İstiklal’in nihayetindeki Fransa Başkonsolosluğu (eski Veba hastanesi) gibi binaları değil de (ilk yapıldığında Rus sefareti olan) Narmanlı Hanı’nı tartışıyoruz? Narmanlı Hanı bize, onlar yabancılara ait olduğu için mi? Şüphesiz hayır. Sorunun doğru cevabı onlar kamu, Narmanlı Hanı özel mülk olduğu için. Bu yüzden neredeyse yirmi senedir, arada bir ortaya yeni bir proje çıkınca, biz de bu yapının geleceğini tartışmaya çalışıyoruz. Çelişki de burada ortaya çıkıyor.

 

BU DÖNÜŞÜM MODELİ HALKA, ÇALIŞANLARA YOKSULLUK VAAD EDİYOR

Bu defa işin ölçeği büyüdü, işin içine büyük sermaye girdi. Bina değerleri bu süre içinde hızla arttı. Refah Partisi iktidara geldiğinde Bedrettin Dalan zamanından kalan yönetim deneyimleriyle harekete geçmişti: Piyalepaşa- Okmeydanı bölgesini iş merkezlerine dönüştürmek, İstiklal, Galata, Cihangir gibi bölgelerdeki imar operasyonları ile kendisine ve yandaşlarına kaynak aktarmak. Bu süre içinde yasal çerçeve (Koruma Planı) askıya alınmıştı. Bugünkü koşullar ise yasaların amaca uygun hâle getirilmesini içeriyor. Bu aynı zamanda yerel değil, siyasal sistemdeki önemli bir değişime işaret ediyor.

Narmanlı Hanı, Beyoğlu’nun kıyıları, tersaneler, yerleşim alanları aklınıza ne geliyorsa, bu yönetim modeli ve bu mantıkla dönüştürüldüğü takdirde herkes zarar görecek. Düşünce üretimi olmadan, yalnızca inşaatla zenginlik sağlanamaz. Narmanlı Hanı gibi bir anıt yapının tıpkı Kızkulesi gibi restoran olması Beyoğlu’nda yaşayan, çalışan insanlara, esnafa yatırımcıların elde edeceği kârın en az bin katı zarar verecek. Şehir bu bağımlı mantığa mahkûm olmak zorunda değil. Bu model Beyoğlu’nda yaşayan halka, çalışanlara yoksulluk vaat ediyor. Refahın gelişmesi için piyasa dışı mekanizmalara, yaratıcı düşüncenin desteklenmesine ihtiyaç var. Eşitsizlik üreten bir yöntemle, inşaatla sürdürülebilir bir gelişme sağlanamaz. Beyoğlu geçmişte nasıl çöktüyse, bu modelle bir kere daha çöker.

(*) Bianet’te 27 Şubat tarihinde Narmanlı Hanı projesi hakkında mimarla yapılan mülakat.

[email protected]

Etiketler: