
Din, Görmez ve Demirtaş
ALİ AĞCAKULU*/ HDP’nin Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kaldırmayı taahhüt etmesi, bir seçim vaadinden öte, rejimi değiştirme taahhüdüdür. Demirtaş, devletin 100 yıldır esir ettiği İslam’ı özgür bırakmayı ve dinin sahiplerine emanet etmeyi programına almış. Ey Allah’ını ve dinini sevenler Selahattin Demirtaş doğru demiyor mu?
Partiler seçim bildirgelerini hazırladılar. Seçim çalışmaları bütün hızı ile devam ediyor. Bu seçim bildirgeleri içinde kanaatimce en önemlisi ve rejimi değiştirme potansiyeline sahip bir madde var. HDP’nin seçim bildirgesinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kaldırmayı taahhüt eden bölüm şu şekilde:
“Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılarak, devletin din ve inanç alanından elini çekmesi sağlanacak, din ve inanç isleri topluma, inanç sahiplerine bırakılacak. İnanç topluluklarının örgütlenme özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılacak, kendi inançlarını istedikleri gibi yaşayabilecekleri koşullar yaratılacak. Diyanet İşleri çalışanlarının özlük hakları korunacak.”
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in Atatürk Araştırma Merkezi için yazmış olduğu “Atatürk ve İslam Dini” adlı makalesi son derece manidardır. Görmez, bu makalede Atatürk’ün din düşüncelerini anlatırken Atatürk’ün “…sağlıklı bir din anlayışına sahip olduğunu…”, “…rasyonel bir din anlayışını benimsediğini” söyler. Devamında Atatürk’ün şu görüşlerine yer verir: “Bizim dinimiz en makul ve tabii bir dindir… Bir dinin tabii olabilmesi için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lazımdır…” Burada en çok dikkatimizi çeken iki kavram vardır. Biri “Rasyonel Din”, diğeri ise “Tabii Din” anlayışıdır. Aydınlanma döneminde Spinoza ve David Hume gibi filozof ve siyaset bilimciler tarafından gündeme getirilen bu felsefik düşünceye göre bütün dinler tabiatın ve aklın ürünüdür. Vahiy, peygamberlik yoktur. Tarihin seyri içinde şekil ve yorum farklılıkları önemli değildir. Hemen hemen bütün dinlerde Nuh tufanından bahsedilmesini ve bütün dinlerde dua, oruç ve kurban kesme gibi ibadetlerin olmasını buna delil gösterirler. Rasyonel ve Tabii Din düşüncesi bu demektir. Köken itibari ile deizm ve panteizme dayanır. Atatürk’ün de Rasyonel ve Tabii bir dine inandığı kendi beyanlarından anlaşılmaktadır. İşin ilginç yanı Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in bu inanç türünü sağlıklı bir inanç olarak değerlendirmesidir.
Rasyonel ve Tabii Din inancının en önemli özelliği Tanrı’nın varlığını kabul ettikleri hâlde O’nun rububiyetini inkâr etmesidir. İslam itikadına göre buna “Şirk” denir. Hâlbuki İslam tabii ve rasyonel bir din olmayıp, vahiyle peygambere indirilmiş olan ilahi bir dindir. Akla mantığa uyması, İslam’ı rasyonel ve tabii bir din statüsüne koymaz. Zaten İslam’a göre “Şirk” en büyük zulümdür.
Türkiye Cumhuriyeti’nin rejimi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın manevi şahsiyetinde vücut bulmuştur. Laikliğin kurumsallaşmanın ve toplum nezdinde yerleşmesinin teminatı Diyanet İşleri Başkanlığı’dır. Diyanet devletin öngördüğü Rasyonel ve Tabii Din inancını –bilerek veya bilmeyerek– İslam adı altında topluma empoze etmiştir. Bu konuda başarılı olduklarını söylemek gerekir. İslam’ın toplum nezdinde belli şekil ve kalıplara indirildiği bir gerçektir. Allah’ın rububiyetinden bahsedecek ve bunu kalabalıkların önünde yüksek sesle haykırma cesaretini gösterecek kaç Diyanet mensubu vardır? Bilmiyorum.
Diyanet İşleri Başkanlığı Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel direklerinden biridir. Öyle olduğu için Mustafa Kemal’in ilk kurduğu kurum ve teşkilat Diyanet İşleri Reisliği olmuştur. Devlet bu teşkilatın ideolojisi doğrultusunda inşa edilmiştir. Diyanet İşleri Teşkilatı İslamiyet’in şiddetle reddettiği “dini zümre” konumundadır. İslamiyet’te din işleri diye bir iş yoktur. Böyle bir iş olmadığına göre, olmayan bir işi yapacak insanlara, teşkilatlara, reislere, makamlara, binalara ve mercedeslere de ihtiyaç yoktur. Bunların tamamı İslam’a aykırıdır. Dinin reddettiği şeylerdir.
Dolayısı ile HDP’nin Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kaldırmayı taahhüt etmesi, bir seçim vaadinden öte, rejimi değiştirme taahhüdüdür. İşin ilginç yanı bu reform niteliğinde olan taahhüde kendilerine dindar diyen insanların karşı çıkmasıdır. Bakınız ey dindarlar! 100 yıl önce devletin kendine teklif ettiği din işlerini yapma vazifesini reddeden Said Nursi ne diyor:
“…Hem de, mağlûp bîçare bir reise yahut müdahin (dalkavuk) memurlara veyahut mantıksız bir kısım zabitlere itimat edilirse ve dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir; yoksa milletin hamiyetine bırakılırsa mı daha iyidir? Siz muhakeme ediniz.”
Ey dindarlar kendi dininizi korumaktan aciz iseniz, kimse sizin dininizi korumaz. Para ile namaz kılanın arkasında namaz kılınmaz. Demirtaş, devletin 100 yıldır esir ettiği İslam’ı özgür bırakmayı ve dinin sahiplerine emanet etmeyi programına almış.
Ey Allah’ını ve dinini sevenler Selahattin Demirtaş doğru demiyor mu?
*Yıldız Teknik Üniversitesi, Tarih Bölümü
http://twitter.com/aliagcakulu