
Emekçi hakları mı, Taksim mi
YUSUF ENGİN*/ Dünyadaki tüm emek örgütlerinin kabul ettiği birlik, mücadele ve dayanışma gününde bile sendikalarımızın biraraya gelip işçilerin asıl problemlerini dile getirememeleri çalışanlarımızı sermaye karşısında mecalsiz bırakmaktadır. Bunun önüne geçmek için emek örgütlerimizin asgari müştereklerde biraraya gelmesi gerekmektedir.
1 Mayıs 1886’da, ABD’de, işçilerin çalışma sürelerinin 14-16 saate, 12-13 yaşlarındaki çocukların ve kadınların ise günde 12 saate varmasına karşı büyük bir grev başlamış ve bu greve yaklaşık yarım milyon kişi katılmıştır. Bu eylemler sırasında polisin silah kullanması sonucu birçok eylemci yaralanmış, onlarcası öldürülmüş ve önderleri idam edilmiş veya ağır cezalara çarptırılmıştır. Bunun üstüne bombalı eylemler başlamış ve nihayetinde birçok işçi, polis ve masum insan yaralanmıştır. Bundan dolayı 1 Mayıs tarihi İkinci Enternasyonal tarafından Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü olarak kabul edilmiştir. Ancak ABD’nin İkinci Enternasyonal’e karşı olması ve bu oluşumu “sosyalist” veya “anarşist” bir yapı olarak görmesi sebebi ile işçi gününü eylül ayının ilk pazartesi olarak belirlemiştir.
Türkiye’de ise 1 Mayıs’ın bu kadar eski tarihî bir kökeni yoktur. Zira, gerek Osmanlı’da gerekse Cumhuriyet’in ilk döneminde gelişmiş bir sanayinin olmaması işçilerin de bir hareket başlatmasına zemin hazırlamamıştır. Dolayısıyla, ilk olarak 1940’lı yıllarda yaşanan sendikal hareketlenmeler sonucunda, 1952 yılında Türk-İş kurulmuştur. Türk-İş’in bu dönemde kurulmuş olması bir tesadüf değildir. Cumhuriyet tarihimizin ilk “demokratik” genel seçimleri bu tarihten iki yıl önce, yani 1950 yılında yapılmıştır. Türkiye’nin NATO ittifakına katılması da 1952 yılında gerçekleşmiştir.
Soğuk Savaş yılları boyunca NATO üyesi ülkelerin siyasi sistemleri NATO tarafından komünizme karşı kontrol altında tutulmaktaydı. Komünist devrimin gerçekleşmesi ise işçi ayaklanmalarından geçiyordu. Bu nedenle, Soğuk Savaş süreci boyunca Türkiye de dâhil bütün NATO üyesi ülkelerdeki işçi hareketleri kontrol altında tutulmaya çalışılmıştır.
NATO üyesi olabilmenin koşullarından birisi “demokratik” olmaktır. Bu nedenle demokrasinin gereği olan sivil toplum örgütlerinin Türkiye’de engellenmesi kabul edilemez bir durumdur. Sivil toplum örgütleri arasındaki en güçlü yapılar da sendikalardı. Bu durum sonucunda Türkiye’de sendikal hareketlerin kurumsallaşmasının önü açılmıştır fakat bu sendikaların işçilerle birlik olmasının da önüne birçok engel getirilmiştir. Bütün bu anlattığımız süreç, ülkemizde görülen “bürokrat sendikacılık” yapısının temelini oluşturmuştur.
Günümüzde hâlâ, bir fabrikada çalışan işçilerin biraraya gelerek işlevsel bir sendika kurmaları ve Toplu İş Sözleşmesi imzalamaları mümkün değildir. Yakın geçmişe kadar yüzde 10 olan iş kolu barajının bugün yüzde 3’e inmiş olmasına rağmen, bu baraj halen işçi hareketlerinin engellenmesine sebep olmaktadır. Ayrıca birçok engele rağmen kurulabilmiş sendikaların da tam anlamıyla işlevlerini yerine getirebildiğini söylemek de mümkün değildir. Kamu otoritesi istediği herhangi bir grev kararını, bugün de yürürlükte olan kanunlara dayanarak erteleyebilmekte veya engelleyebilmektedir. Bu da grev hakkını fiilen sona erdirmektedir. Sendikalar ve sendikacılar sürekli bir yargı tehdidiyle karşı karşıyadır. Yapılan yargılamaların uzun sürmesi, yargılamanın adil olup olmamasını önemsiz bırakacak derecede sendikal harekete ve işçilere zarar vermektedir. Çok basit bir şekilde çözülebilecek olan işyeri yetkisi ile ilgili davalar bile yıllarca sürmektedir.
Kamu otoritesi gücünü yargılama ve silahlı güç bulundurma hakkından, sermaye sahipleri ise gücünü para ve maldan alırlar. İşçilerin ise tek güç alabilecekleri yer birliktelikleridir. İşçilerin organize olma gücünü elinden alırsanız, geriye işçilerin kendilerini savunmalarını sağlayacak bir şey bırakmazsınız. İşçi haklarını savunabilmek için öncelikle sendikaları güçlendirmek gerekir. Sendikalaşmanın önündeki engeller kaldırılmadan ve “bürokrat sendikacılar” oluşturan bu sistem düzeltilmeden işçilerin gerçekten haklarını elde etmesi mümkün değildir.
Bugünlerde yine bir 1 Mayıs arifesinde gündeme gelme çabasındaki sendikacılarla, gündemi belirlemeye çalışan siyasetçiler arasında yaşanacak “Taksim Tartışması” işçilerin gerçek problemlerinin duyulabilmesini engelleyecek ve sadece yılda bir gün bile işçilerin gerçek ihtiyaçlarının dile getirmesine tahammül edilemediği gerçeğini bize bir kez daha gösterecektir. Dünyadaki tüm emek örgütlerinin kabul ettiği birlik, mücadele ve dayanışma gününde bile sendikalarımızın biraraya gelip işçilerin asıl problemlerini dile getirememeleri çalışanlarımızı sermaye karşısında mecalsiz bırakmaktadır. Bunun önüne geçmek için emek örgütlerimizin asgari müştereklerde biraraya gelmesi gerekmektedir.
*Hak-İş E. Genel Başkan Yardımcısı, Öz İplik-İş E. Genel Başkanı