Pazar , 5 Nisan 2015
Anasayfa » Her Taraf »   İman, insanlığa kastederse! (2)
  İman, insanlığa kastederse! (2)

  İman, insanlığa kastederse! (2)

BİRARADA YAŞAYABİLMENİN SİYASAL REÇETESİ ÜZERİNE!

4- Habertürk’te bir tartışma programı izliyorum. Yok, buna izlemek denmez: Şok geçiriyorum! Programda bir kadın, öyle üstü kapalı falan da değil, açıkça çocuk gelinleri yani pedofiliyi savunuyor. Kadını herkes tanıyor: Aile danışmanı sıfatıyla çokkarılılığı savunan hatta kocasına fellik fellik karı arayan Sibel Üresin. Diyor ki inancım gereği ergenliğe adım atmış bir kız evlenebilir, siz benim inancımı sorgulayamazsınız! Zavallı akademisyenler, orada regl olan bir kızın daha çocuk olduğunu sükûnetle anlatmaya çalışıyorlar. Ama nafile! İnancıma karışamazsınız deyip kestirip atıyor. Zaten o kadar uzman akademisyen arasında ne aradığının cevabı da burada! Kendisi mevcut Sünni iktidarın akıldanesi sıfatıyla gelmiş! Gücünü buradan alıyor. O yüzden bu kadar pervasız. Ne söylerse dayanağı aynı. İnancımı sorgulatmam. Peki, sorgulanan ne: Pedofili! Yeni ergen bir kız çocuğunun seks yapabileceğini düşünüyor. Yapmayın, günahtır o daha çocuk! dendiğinde cevabı hazır: Haddinizi bilin bakayım. İnanç özgürlüğüme laf söyletmem! Fakat burada durmuyor Üresin. İnatla çokkarılılığı savunuyor. Bunun doğal olduğunu, erkeklerin fıtratından kaynaklandığını vesaire bildik tezleri sıralıyor. Bir uzman katılımcı, sevdiğini bir başkasıyla paylaşmanın kadın için travmatik olduğunu, aslında çokkarılılıkta kimsenin mutlu olamayacağını örneklerle anlatıyor. Ama karşıdaki nuh diyor peygamber demiyor: İnancım hakkında konuşturtmam. Tabii inancını, anlamı kendinden menkul fıtrata ve pespaye bir insan doğası kavramına dayandırmayı da ihmal etmiyor. Ne hikmetse regl olan kız çocuğu insan doğası gereği kadınlaşırken mesela homoseksüelliğin de insan doğasının bir ürünü olduğu akıllara gelmiyor. Neden diye soruyorlar, cevap aynı: Kardeşim benim dinim fıtratı böyle tanımlıyor. Size inancımı sorgulatmam. Ama sen kız çocuğuna gelinlik giydirip yetmişlik ihtiyarın koynuna sokarken insanlığın beş bin yıllık değerlerini inancın için çöp yapıyorsun. Üresin, çocuk gelinlerde olduğu gibi polijini yani çokkarılılıkta ısrarlı. Sıkıştığı anda Reel İslam’ın bildik yöntemlerine sığınıyor. Ama bakın Avrupa’ya, onlarda da metreslik var işte. Demek ki erkeklerin tabiatında çok kadınla birlikte olmak var. İslam da erkeğin fıtratına cevaz vermiş ne var bunda yani. Reel İslam’a ne eleştiri getirilirse topu hemen taca yani Batı’ya atmak vakayı adiyeden. Sorunu çözmek yerine bir başkasının sorununu öne çıkarmak. Ama Batı’nın kötü örnekleriyle mevcut İslam’ın açığını kapatmak mümkün değil. Değil çünkü Mevcut İslam, neylerse güzel eyler mantığıyla kendi zaaf ve günahlarını temize çekerken Batı bunları suç olarak kabul ediyor. Göğsünü gere gere yaptım elime sağlık diye dolanmıyor ortalıkta. Suçu sabit olduğunda bahane de bulmuyor. Tabii bunun için neredeyse bin yıldır dinle mücadele edildiği ve bu kültür için inanılmaz bedeller ödendiğini hatırlatalım. Üresin ne diyor? Batı’da metres kurumu var İslam’da çokkarılılık. İkisi de aynı. Aynı değil. Çünkü metreslik kurumu ne meşru ne de legal. Bu bir. İkincisi metres ve eş hiçbir ortamda yan yana gelmiyor. Bunu ne erkek ne de kadın istiyor çünkü. Çünkü bu durum bütün taraflar için incitici. Kadınları aynı eve kapatarak onlara aşağılamanın en ağırını yaşatmak da yok. Metres yani ikinci kadın, daha çok sevgili olarak erkeğin hayatına girerken evlilik öyle huzur içinde devam etmiyor. Kimse bu ikili ve gizli ilişkiyi rasyonelleştirmeye de çalışmıyor. Hele bunu Allah’ın adını anarak hiç! Yani metres kurumu mesela Meksika’daki gibi zengin erkekler için çokkarılılığın meşrulaştırılması değil. Bir tür bitirilemeyen önceki ilişki üzerine denk gelen yeni bir ilişki! Çünkü Üresin’in kafasındaki İslam ne derse desin aslında insan tek eşli. Ama eşlerin zaman içinde değişebildiği tekeşlilik. Kuran’ın da söylediği gibi insanın varsa eğer eşlerine eşit davranması imkânsız. Çünkü aşk tek kişilik! Sibel Üresin yine de kocasına elleriyle eş bulmakta kararlı. Ayıptır, vicdana, bilime ve insanlığa terstir dendiğinde cevabı hazır: Ama inanç özgürlüğüm var benim. Be kadın sen yaşa! İstersen koloni kur eşine, bizi ilgilendirmez ama senin derdin topluma inancını dayatmak. Ahlakını devlet dersine yazdırmak. Son sözümüz şu: Bizi bizimle bırak giderken!

5- Ülkede açılan basın davalarının ihtimal yarısı karikatürlere dair. Mizaha katlanamayan bir fundamental faşizm hâkim coğrafyaya. Charlie Hebdo ise Reel İslam’ın mizaha çektiği kanlı ayar. Ateistlerle sabah akşam alay edip tanrısıyla dalga geçildiğinde midesine kramp giren bir inanç türü bu. Batı’da neden bu hassasiyet yok dendiğinde cevap hazır: Canım onların kültürü farklı! Avrupa’da din eleştirisi ve mizahı kıtaya ait bir kültür sanan tırnak içinde entelektüel Müslümanlar, o Avrupa’nın meydanlarında kadınların cadı düşünürlerin şeytan sıfatıyla yakıldığını nasıl unuturlar. Hıristiyanlığın ortaçağda bir cinayet şebekesi olarak örgütlendiğini bilmiyorlar mı? Ne yazık ki İslam, bugün aynı çağdan ses veriyor. İslami kesimlerin birarada yaşamaktan anladığı, gayrimüslim kim varsa herkesin boynu bükük, ezik, mutsuz ve saygılı bir şekilde irşad olacağı o muhteşem günü sabır ve sebatla beklemesi! Ama bu arada İslami “entelektüelizm” sekülerizmin akıl sandığından beslenmeye devam edecek, kendi yetersizliğini buradan giderecek ve ilk sıkıştığı anda sandığı yakıverecek. Kölesinin emeğini kullanıp onu gerekirse öldüren efendi gibi. Bu kadar pragmatizm mevcut İslam için bile fazla.

6- Ortadoğu dinlerinde İsmail’e indirilen koç söylencesi malum. İbrahim Peygamber, bir oğul için Tanrıyla anlaşmaya varıyor. Gerçekten bir oğlu oluyor ve anlaşma gereği onu tam kurban edecekken meşhur koç geliyor çocuk kurtuluyor vesaire. Şimdi diyelim ki bir başka din çıksın ve koçun gelmediğini ileri sürüp bu nedenle her evde iki oğuldan birinin Tanrıya adak olarak sunulmasından bahsetsin. Nasıl? Böyle vahşet din adına olur mu diyorsunuz değil mi? Peki o zaman bu dine mensup kişi çıkıp da Kardeşim inanç özgürlüğüm var Size ne! dediğinde ne cevap verirsiniz? Haklısın kardeşim, hadi kes de kavurmasını yiyelim mi? Hayır! Senin dinin sana benimki bana demez, İnsanlığın ortak değerleri var bunlara hiçbir din karşı çıkamaz der ve elinden bıçağı alırsınız. O zaman samimi Müslümanlara soruyorum. Dinsizliği tercih edenlerin katledilmesi, evlilik dışı ilişki yaşayan kadının taşlanarak vahşice öldürülmesi, kadın spikerlerin çalışamaması, eşkıyalık yapanların (siz onu siyasi muhalifler olarak okuyun) kol ve bacağının çapraz kesilmesi, hırsızlık yapanların ellerinin kesilmesi, kız çocuklarının eğitimden mahrum bırakılması, cariyelik kölelik, erkeğin görevi babalık değilken kadının görevinin analık olarak gösterilmesi, kadına dayak, çokkarılılık, pedofili seviyesinde çocuk gelinler, her türlü kadın erkek temasının zinaya davet olarak kodlanması ve diğerleri yani bugün bir şekilde Mevcut İslam paradigmasının inşasında kullanılan değerler, sahiden insanlığın ortak değerleri mi? Hıristiyanlığın yeniçağda indirdiği o ceberut yük, neden İslam’ın sırtında hâlâ. Tabii Kilise, o yükü bir gecede nedamet getirerek bırakmadı. Bin yıllık kanlı bir mücadelenin ürünüdür bugünkü sekülerizm. Bugün insanlığın ortak ve meşru değerler sistemini kuran üç olay ve beş belge var. Amerikan Bağımsızlık Savaşı, Fransız ve Sovyet devrimleri üç olaya denk geliyor. Belgeler ise 1215 Magna Carta, 1776 Amerikan Bağımsızlık ve 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi, 1936 Sovyet Anayasası, 1945 BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi. Hiçbir inanç, bu değerlerin tornasından geçmeden rüşt ve meşruiyetini ispat edemez. Hiçbir inanç, ilahiyattan aldığı güçle bu değerler sisteminin karşısına çıkamaz. Çünkü bu metinler, insanlığın akıl ve vicdanını temsil etmekte! Hak ve özgürlüğün asgari standartları bu belgelerde özetlenmiş. Bu asgariyi kucaklamaktan aciz her fikir, insanlıktan sınıfta kalır. Tam da bu nedenle, sekter bir Müslüman için Batı sadece nefret nesnesi değil kurduğu düzenle imrenilen bir coğrafyadır aynı zamanda. Bu, Batı’nın sütten çıkmış ak kaşık olmasıyla değil siyasal mücadele ve büyük acılarla gelen değerlerin meşruiyetiyle ilgilidir. Bu nedenle Türkiyeli bir mütedeyyin’e sorun; Avrupa’da kendini ülkesinden daha rahat hissettiğini söyleyecektir. Değerler sistemine güven duyar çünkü. Şimdi soruyu tekrar soralım: IŞİD’i El Kaide’yi bırakın bir kenara, hatta Maraş ve Sivas katliamlarını da unutun, son beş yılda Türkiye’de adım adım kurulan Sünni Faşist Rejime bir bakın. Kendini dayatan, ötekine saygısız, kadına eşcinsele ateiste, muhalife yani Müslüman’dan gayrısına, akla sanata eleştiriye ve mizaha yani İslamiyet’ten gayrısına düşman bir fundamental diktatörlük ne getirecek bir düşünün. İnsanlığın ortak değerlerine alternatif bir Cari İslam Paradigması. Müslüman için hayati soru şu: Tercihiniz sahiden ne? İnsanlığın ortak değerleri üzerinde yükselen bir İslami model mi yoksa bu değerleri yok edip tarihin çarkını 632 yılına döndürmek için pala sallayıp, kalemden başka silahı olmayan karikatüristleri katleden kan dökücü zorba bir ilahiyat mı? Ama mesele Müslümanları aşıyor. Reel İslam’ın fundamental diktatörlüğüne karşı özgürlükçü seküler siyasetin hâkim kılınması gerekiyor. Son soru ise vicdanlara seslensin: Ey dünyanın bütün inananları insanlığınızı inancınıza kurban etmekten ne zaman vazgeçeceksiniz!(*)

(*) Kurban etmeyenleri tenzih ederek.

[email protected]

 

*

Not:

Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz:

http://arsiv.taraf.com.tr