Perşembe , 9 Nisan 2015
Anasayfa » Her Taraf » İnsanlığın travması: Göç
İnsanlığın travması: Göç

İnsanlığın travması: Göç

UTKU ŞENTÜRK* / Suriye’deki iç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan mülteci sayısı 1,7 milyona ulaştı. Sığınmak zorunda kaldıkları ülkemizde ayrımcılığa, yabancı düşmanlığına ve sosyal dışlanmaya maruz bırakılmaları ve bunu teşvik edici politikalara ve vicdansızlaşmaya karşı; mültecilerle insan ve yaşam hakkı odaklı dayanışmanın örgütlenmesine toplumsal muhalefet öncülük yapmalıdır.

 

Göç olgusu Charlie Hebdo saldırısının ardından bir kez daha popüler bir inceleme alanı hâline geldi. Kapitalizm altın çağını yaşıyor. Öyle ki kapitalizme damgasını vuran üretim, tüketim, dolaşım gibi unsurlar küreselleşmiş durumda. 21. yüzyıl insanların bir ülkeden diğerine, bir kıtadan başka bir kıtaya göç hareketleri ile anılmaya başladı. Fransız fütürist düşünür Jacques Attali, 21. Yüzyıl Sözlüğü’nde, “göçebe” maddesi için “gelecek yüzyılın ilk insan örneği” tanımını yapmakta.

 

İNSANLAR NEDEN GÖÇ EDİYORLAR?

İklim değişikliği, doğal felaketler, savaşlar, baskıcı rejim korkusu ve yoksulluk insanlar anavatanlarından ayrılmaya zorluyor. Bu da Attali’nin ifade ettiği gibi yeni bir insanı tanımlamaktadır: “Göçebe”. Her ne kadar yukarıda ifade edilen etkenler insanları uluslararası göçe zorlasa da, bu etkenlerden günümüzde en önemlisi küreselleşmeyle birlikte Uluslararası Göç Örgütü’nün verilerine göre bugün dünyada 200 milyondan fazla insan anavatanının dışında yaşamakta. Bu da dünya nüfusunun yüzde 3’üne tekabül etmekte. Uluslararası Göç Örgütü’nün 2013 yılı verilerine göre küresel göçün yüzde 49,6’sını kadınlar oluşturuyor. Artan gelir uçurumunun körüklediği yoksulluk oluşturuyor.

 

YOKSULLUK: GÖÇÜN İKİZ KARDEŞİ

Günümüzde küresel ekonominin neoliberal politikaları toplumda sınıflar arası farkı büyütüyor. Devlet Planlama Teşkilatı’nın hazırlamış olduğu Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele Özel İhtisas Komisyonu Raporu verilerine göre yoksulluk sınırını günde 1 dolar olarak aldığımızda Zambiya’da yoksulluk oranının yüzde 63,7 olduğu, Zambiya’dan sonra yüzde 36 ile Bangladeş geldiği belirtilmiştir. Daha sonra ise yüzde 35,3’lük oranla Hindistan ve Endonezya sıralanmakta. Yoksulluk sınırını günde iki dolar olarak aldığımızda Zambiya’da yoksulluk yüzde 87,4 oranına yükselmiştir. Zambiya’dan sonra bu yaklaşıma göre yoksulluğun en şiddetli olduğu ülkeler Bangladeş, Hindistan ve Endonezya ve bu ülkelerde yaklaşık her on kişiden sekizi yoksul. Bu ülkeleri yüzde 73,6 ile Pakistan, yüzde 58,3 ile Kenya, yüzde 46,7 ile Çin ve yüzde 43,9 ile Mısır takip etmekte.. Yukarıdaki yoksulluk oranlarına baktığımızda, bu yoksul ülkelerden dünyanın farklı coğrafyalarına göç olduğunu görüyoruz. Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Sri Lanka gibi ülkelerden göç ederek UK (Birleşik Krallık) işgücü piyasasına göç yoluyla katılanların yüzde 40’ını oluşturduğu ifade edilmektedir. Özellikle Pakistan ve Bangladeş’ten göç edenlerin Birleşik Devletler’deki en düşük ücretli işlerde çalıştıkları bilinmekte.

 

PLATON NEDEN HAKLI?

Platon’un yüzyıllar önce dile getirdiği “Sınıflar arası farklılık azaltılmadan halkların eşitliği sağlanamaz” sözü elbette en çok bugüne vurgu yapıyor. Varsıllar çılgınlığa dönüşen tüketimler yaparken aynı dünyada onlarla birlikte yaşayan yoksullar bir dilim ekmeği dahi zor buluyorlar. Bu da insanların “aynı dünyada ayrı dünyalarda” yaşadıklarını gösterir nitelikte. Gelir dağılımındaki uçurum kronik bir hâl alıyor. Bu nedenle Aristo’nun “iyi yaşama” metaforu dünya coğrafyası için ütopyadan başka bir anlama gelmiyor.

 

MÜLTECİLİK: GÖÇÜN FARKLI BİR TEZAHÜRÜ

Göç etkenlerinden ikincisi ise baskıcı rejim, iç savaş vb. nedenlerle ülkelerinden edilmiş, sığınmacı ve vatansızlardan oluşmakta. 2007 yılında Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, bu rakamı 31,7 milyon kişi olarak açıklamıştı. Bunun 11,4 milyonunun mülteci olduğu belirtiliyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) 2013 yılı verileri incelendiğinde, 11,4 milyon mülteciden 2 milyon 271 bin 200 kişisinin –Kuzey Afrika dışında tutulmak kaydıyla– Afrika kıtasında bulunduğu görülüyor. Bu verilere göre Asya Pasifik’te 3 milyon 825 bin, Amerika’da 987 bin 500, Avrupa’da 1 milyon 585 bin 300, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da ise 2 milyon 761 bin 600 mülteci bulunuyor. İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (İSMMMO), Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü’nün (İOM), BMMYK’nın, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün, Dünya Bankası’nın (DB) ve Ekonomik İşbirliği Kalkınma Örgütü’nün (OECD) verilerine göre “Gelecek Arayanların Göç Haritası” başlıklı bir rapor hazırladı. Bu rapora göre Türkiye’de yasadışı göç hızla artıyor.

 

SURİYELİ SIĞINMACILAR

Suriye’deki iç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan mülteci sayısı BM rakamına göre 1,7 milyona ulaştı.

225 bin Suriyeli sınır kentlerinde oluşturulan 22 kampta barınırken; 1,5 milyona yakın mülteci Türkiye’nin çeşitli illerine dağıldı.

Yaşanan zorunlu göç, Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü’nün (BMMYK-UNHCR) tarihinde gördüğü en büyük göç hareketi olarak değerlendiriliyor. BMMYK yetkilileri, zorla yerinden edilenlerin sayısındaki bu keskin artış konusunda endişelerini dile getirirken, sorunun çözümü için politik bir çaba ve istek gerektiğini belirtiyorlar. Savaştan önce 22 milyon nüfusu olan Suriye’de neredeyse nüfusun yarısı zorunlu göçe maruz kaldı. Yerinden edilen Suriyelilerin yüzde 75’i kadın ve çocuklardan oluşuyor. Suriyelilerin büyük çoğunluğu ülke içerisinde yer değiştirirken iki buçuk milyon Suriyelinin yüzde 97’si komşu ülkelere sığındı.

 

SURİYELİLERE YÖNELİK IRKÇI SALDIRILAR

Son dönemde Suriyeli mültecilere durakta, parkta, evinin önünde, yani tüm yaşam alanlarında sadece Suriyeli oldukları için linç girişimleri yaşandı birçok ilde. Bu linç girişimlerini bir “gerginlik” olarak temsil eden ana akım medya ve onları ucuz emek olarak çalıştıran piyasanın tutumundan ayrı düşünemeyiz. Bunlara, mültecilere uluslararası standartlarda muamele etmeye yanaşmayarak, onları korunaksız bir “misafir” konumunda tutan hükümetin “yüce gönüllü” tutumunu da eklemek gerekir. Onlar “misafir” olarak statüsüz bırakıldıkça, kendisini buranın asıl sahibi olarak gören statü ve itibar sahibi “konuksever” kesimlerin “Bu Suriyeliler çoğaldıkça şımardılar. Misafirse misafirliklerini bilsinler” demelerine şaşırmamak lazım.

Yaşadığı yerlerden kopmuş Suriyeli mültecilerin zorunlu göç hikâyeleri ve travmaları ortadayken, sığınmak zorunda kaldıkları ülkemizde ayrımcılığa, yabancı düşmanlığına ve sosyal dışlanmaya maruz bırakılmaları ve bunu teşvik edici politikalara ve vicdansızlaşmaya karşı; mültecilerle insan ve yaşam hakkı odaklı dayanışmanın örgütlenmesine toplumsal muhalefet öncülük yapmalıdır.

*Maltepe Üniversitesi, Doktora

[email protected]