MURAT UTKUCU- GECİKMİŞ YAZILAR/ Ortadoğu’da fundamental faşizm kol geziyor. Türkiye’de ise Otokratik İslam, inanç özgürlüğü ve milli irade sosuyla serviste. Bizim hesabımıza anlatmak ve direnmek düşüyor.
Anlattığınız, çoğu zaman anlatılanın anladığı kadardır. Hele ki derdinizle hemhal olmak gibi niyeti olmayan biri varsa karşıda! Ama anlaşmak için de anlaşılmak gerek. Tabii, ötekine de sağır olmamak. Duymak ise kulaktan öte yürek işi sanki. Vicdan işi. Ortadoğu’da en az bulunan insanî değer tam da bu. Vicdansızlık için herkesin bir bahanesi var ama: Tarih, Tanrı, din, ideoloji, Ulu Önder, savaş, dış mihraklar, su uyurken bir türlü uyku tutmayan düşmanlar… Herkes cesetler üzerinde yürür gibi siyaset yapıyor bunun için. Ölü çocuğun anasını yuhalatana bahane bulmayı marifet sayanların coğrafyası burası. Ama umudu var büyük insanlığın. Bu kanlı coğrafya da bile. Diren Kobane!
Birkaç hafta önce yayımlanan Reel İslam’a dair yazıma çok sayıda mektup ve mesaj aldım. İkisi dışında takdir ve önerilerden oluşan değerli mektuplar. Ama biri var ki bende boşuna konuşuyorum duygusu uyandırdı. Yok: Ne umudumu kırdı ne inadımı ne de vicdanla aklın aşkına olan inancımı! Ama insan üzülüyor yine de. Yazıyorsak derdimiz olduğu için. Bu derdin maddi bir karşılığı yok. Rantı rantiyesi yok. Makamı mevkii, ücreti faizi de. Olsa kırıp atalım o kalemi. Ama bu kadar anlayışsızlık tuhaf geliyor yine de. Kur’an söylüyor ya: Biz onların kalplerini kulaklarını mühürledik. Mührü vuran ayette Tanrı. Oysa dünyada akıl ve vicdanını inancıyla mühürlemiş o kadar insan var ki. Ve bu vicdanlara dokunmak o kadar zor ki. Ama biz o kilitli kalplere cehennem vaat etmiyoruz. Sadece o kalplerin bize bu hayatta layık gördüğü sömürü ve faşizme yani cehenneme dur diyoruz! Kadınları aşağılayana dur. Zenginliği yüceltene dur! Ötekini köle görene dur. Müslüman’ın gayrısını insan yerine koymayana dur. Fundamental ırkçılığa dur!
Peki, mesajda ne yazıyor? Okuyalım hadi: “İslam’a ve İslami değerlere saldırmak için IŞİD ve Boko Haram gibi vahşi örgütler sizin (için) iyi araç olmuş. Eğer bir realiteyi veya bir olguyu eleştirecekseniz onun kaynağı üzerinden eleştirin. Boko’nun veya IŞİD’in uygulamaları üzerinden değil. İslam’a olan düşmanlığınızı ilan etmişsiniz. Farkındayız… Boko Haram ve IŞİD’i bahane etmenizi anlıyoruz zaten bu aralar popüler. IŞİD’i Saddam gibi Usame Bin Ladin gibi bitirecekler. O zaman İslam’a saldırmak için neyi bahane edeceksiniz merak ediyorum… Müslümanları eleştirebilir sorgularsınız. Suç da isnat edebilirsiniz. Ama Müslüman’a bakıp İslam’ı suçlayamazsınız. Mükemmel olanın Müslüman değil İslam olduğunu düşünebilirsiniz.” (İmla ve anlam hataları tarafımdan düzeltilmeye çalışıldı.)
TARTIŞMAYA NİYETİ YOK, MAHKÛM EDİYOR
Bu her şeyin farkında olan mesaj, facebook üzerinden gönderildi. Paylaşan kişi, Batman’da yaşayan bir ilkokul öğretmeni. IŞİD ve Boko Haram’a karşı olduğu anlaşılıyor. Ama sadece ona değil mesela bana da karşı. Hatta bana onlardan daha fazla! Nihayetinde bu iki vahşi örgütü değil de beni gönül rahatlığıyla İslam düşmanı ilan edebiliyor. Sonuçları açısından ne dediğinin farkında ki “farkındayız” diye de not düşmüş. Reel İslam’ın beş şartı olarak sıralanan maddelere ilişkin tek bir söz edilmemiş. Tartışmaya niyeti yok. Zaten mahkûm ediyor. Sonra da bu kan denizinden kurtulmak için suçu şahsileştiriyor. Mesele pratikte teoride değil yani. Oysa tam da bu gelenek yüzünden (özgürlüğe, siyasi muhalefete, kadına ve ötekiye karşıtlık ile mülkiyete yandaşlık) IŞİD bugün var! O hâlde soru şu: İslam Dünyası nasıl oluyor da istihbarat çalışmasından ibaret yapay ve empoze bir örgütün bu kadar kolay etkisi altına giriyor. Madem her şey bu kadar basit, neden bu teşkilatın binlerce militanı günde beş vakit tekbir getirerek “yahu biz ne yapıyoruz” demeden kafa kesiyor. Bu işin doğruluğuna nasıl inanıyorlar peki. Hadi diyelim ki sahiden CIA kurdu bu teşkilatı. Peki, nasıl oluyor da kitleler bu örgüte biat ediyor. Örgüt yoksa ateistlerden mi oluşuyor? Önüne gelen, bu katillerin istisna olduğunu söylüyor ama kimse bu örgütün hangi İslami geleneğin dışında olduğunu anlatamıyor. Çünkü IŞİD, Reel İslam’ın berbat bir karikatürüdür aslında.
Mesaj, ne yazık ki Reel İslam analizini bir kez daha doğruluyor. Eleştiriye tahammülsüzlük farklı fikirlere ölümüne düşmanlık. Ortadoğu’nun her köşesine sinmiş bir tarz-ı iman bu. Şu anda bu zihniyet, Batman’da bir ilkokul öğretmeni mesela. Mesaj sahibi, din düşmanı ithamının ne anlama geldiğini bilmiyor mu? Tabii ki biliyor. Ama eleştirel düşünce, inancı için ölümcül bir tehlike oluşturuyor olmalı ki düşünene de aynı cezayı kesmekte beis görmüyor. Eskiden komünistler, halk düşmanı olmakla itham edilirlerdi sağcılar tarafından. Birilerinin rantına taş koyup düzenine çomak sokanlar, önce komünist sonra halk düşmanı ilan edilip linçin hedefi olurlardı. Bugün sağcıların İslamcı türü, malı götürmek için din düşmanı ithamına sığınmayı tercih ediyor. Böylece her türlü üçkaat ve yolsuzluğun üstünü örtmek kolay. Ama daha önemlisi, dinime laf ettirmem kabadayılığının ardında eleştirel düşünceyi saf dışı etme isteği. Saf dışı derken tartışma programından kovmaktan söz etmiyoruz. İslam’ın 1400 yıllık geleneğinde dinden çıkmanın ve düşman olmanın cezası ölümdür. O hâlde tekrar soralım. Cat Stevens önce Yusuf İslam olup da sonra inancını değiştirmeye kalksaydı kendini bu kadar rahat hisseder miydi?
Dindar bir ailede büyümedim. Ama dine içkin bir ortamda çocukluğum geçti. Baba dedemin şapka takmayı reddeden bir Nakşî olduğunu yıllar sonra öğrenmiştim. Anne dedem ve ninem ise Uşşakîlerin aktif müridleriydi. Çocukken kadınların yer aldığı zikir ayinlerine çokça şahit oldum. Hu çekerken fenalaşan kadın müridler. Meğer devlet yasağı varmış bu ayinler üzerinde, bunu da sonradan öğrendim. Rahmetli anneannem iyi bir hatipti ve vaaz verirdi. Kendisiyle Tanrı üzerine çok tartıştığım oldu. Ama Ege’nin seküler dindarlığı içinde hiçbir zaman din, baskı aracı olmadı üzerimde. İslam’la ilişkili tek kötü anım, bir kurban bayramında gözümün önünde kesilen koyunun kanını alnıma sürmek isteyen dedemin parmağındaki kırmızı lekedir. İslam, kültürel doku olarak her daim içimde var oldu. Şu anda olduğu gibi. Bu nedenle belki de cemaatlerden arkadaş edinirken hiç zorluk çekmedim. Bunda biraz da dindarla ateist arasında hayatın manasına ilişkin sorgudaki ortaklığın payı var. Başkasının dert etmediğini dindar da ateist de kendine dert edinir çünkü. Belki bu yüzden ateist olup da Kur’an’ı okumayan yok gibidir. Şüpheyle erken yaşta tanıştım. Ateizme direndim önce. Fakat fizik, metafiziğe galebe çaldı. Yine de metafizik merakım hep sürdü. Sonrasında bilim, Sakallı’nın mazlumlar için manifestosuyla birleşince dinin sularından çekildim ve bir başka ummana açıldım. Ama İslam da bir denizdi ve ben bu denizi seviyordum. Mustazafların bayrağı olmak için yola çıkmış hikâyesini seviyordum. Ne yazık ki hikâye, mutlu sonla bitmiyordu. Çok kısa sürede ezilenlerin elindeki sancak, tekrar ezenlerin eline geçiyor; mülklü zalimler, dine el koyup iktidarlarını Kâbe’nin kutsal örtüsü altına saklıyorlardı. Hikâye, bin dört yüzyıldır kendini tekrar eden boğucu bir dizi film gibi devam ediyor. Yoksul ve vicdanlı Müslümanlarla birlikte Ezilenlerin sancağını yükseltmek için Sol İlahiyat’ın elzem olduğunu düşünenlerdenim.
MÜSLÜMANLARI KATLEDEN BİR ZİHNİYET
Şu Batmanlı öğretmen dâhil Reel İslam’ın müridleri için bu detayların önemi yok. Maraş’ta hamile kadınları keserken de yoktu. Sivas’ta kırka yakın insanı yakarken de. Fakat bunun sebebi üç yüz yıllık ezilmişlik, Batı’nın tahakkümü, sanayi devrimini es geçmek, dünya egemenliğini kaybetmek vesaire değil. Ortadoğu’da İslami geleneğin mütemadiyen on dört asır öncesine dönme arzusunda bu travmatik ezilmişlik ile zalimliğe bahane mağduriyet duygusu var belki. Ama asıl mesele İslami geleneğin tartışma ve çatışma kültürüne değil doğrudan kılıç kalkan ekibine sırtını vermesi. Yoksa dinden çıkanı tekrar ikna ederek kendine dâhil etmek yerine öldürmeyi yöntem olarak benimsemenin akıl ve vicdanla ilgisi olabilir mi? İslam içi her türlü muhalefetin mürted olarak damgalandığı gelenekten söz ediyoruz. Üstelik İslam tarihinde mürted ilan edilenlerin neredeyse tamamı Müslüman. Yani Müslümanları dinsiz ilan edip katleden bir zihniyet hüküm sürüyor bu topraklarda. Bu gelenek yüzünden hepsi de peygamberin yakın akrabası üç halife suikasta kurban giderken, peygamberin torunları dahi bu kanlı geleneğin kurbanı olmaktan kurtulamadılar. İslam’ı iki tarihsel olay üzerinden okumak mümkün. Kırtas vakası yani peygambere ölüm döşeğindeyken vasiyetinin yazdırılmaması, İslam’da iktidar mücadelesinin; Kerbela ise siyasal şiddetin ne kadar içkin olduğunu gösteriyor.
Batmanlı öğretmen bütün bu hikâyeyi yok sayıp eline kasap bıçağı almış IŞİD katillerini suçlu ilan ediyor ama suçun sosyolojisi üzerine kafa yormaya gerek duymuyor. Aksine kendisi de bu sosyolojinin ürünü olduğu için eleştiriye ölüm diye bağırıyor. Öyle ki bulunduğu coğrafyada on beş yıl kadar önce evlerin bodrum katlarında kafalarına çivi çakılarak tekbirlerle katledilen onlarca dindarın olduğunu hatırlamıyor bile. Hüdapar adıyla bugün siyaset yapan bu örgüt de IŞİD’le arasına mesafe koyuyor. Üstelik bütün bu vahşi cinayetler için bir kez olsun nedamet getirmediği hâlde.
Reel İslam’ın müridleri için eleştirinin önemi yok. Onlar geleneği korumak için on dört asır öncesinden gelen ne kadar arkaik ilkel medeniyet kaybını temsil eden pratik varsa hepsini sahiplenmeye devam ediyorlar. IŞİD’i vahşi bir CIA operasyonu sananlar en basit bir siyasi tepkide eli kanlı IŞİD barbarına taş çıkarttıklarını görünce neden şaşırmıyorlar. Çünkü aynı gelenekten besleniyorlar. İstesek de istemesek de din adına bizi zorla kendine benzetmeye kalkanlar için IŞİD, Dr. Jekyll değil Mr. Hyde’ın ta kendisidir.
Ortadoğu’da fundamental faşizm kol geziyor. Türkiye’de ise Otokratik İslam, inanç özgürlüğü ve milli irade sosuyla serviste. Bizim hesabımıza anlatmak ve direnmek düşüyor. Akıl ve vicdan sahibi emekten özgürlükten ezilenden yana ister dindar ister seküler herkesle birlikte.
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: