Cuma , 26 Aralık 2014
Anasayfa » Her Taraf » Susarak özgürleşilir mi
Susarak özgürleşilir mi

Susarak özgürleşilir mi

BURAK BİLGEHAN ÖZPEK* / 1990’lı yıllarda “savaşıyoruz, susun” söylemi, 2014 yılında yerini “barışıyoruz, susun” sloganına bıraktı. Devlet ortaya kutsal bir amaç sürüp vatandaşların kendisini sorgulamaması için hep susmasını istedi.

Son zamanlarda bir kampanya başladı. İsmine ‘Barışa Bak’ deniyor ve bizlerden ölmemek için susmamızı istiyor. Barış yapan bir hükümeti hiçbir koşul altında eleştirmemeyi salık veriyor. AKP hükümetini biricik kabul ediyor. O olmazsa, barış da olmaz diyor. Dolayısıyla, Başkanlık Sarayı için harcanan katrilyonları mesele etmeyin, yolsuzluklardan dolayı hükümeti suçlamayın ve torpille devlet memuru olan siyasetçi yakınlarını çok da abartmayın diyor. Hatta hükümetin bu eleştirileri savuşturmak için evrensel hukuk prensiplerini ihlal etmesini, barış gibi kutsal bir amaca ulaşmak için geçici bir süreliğine katlanabilir bir dert olarak görüyor. Ve güvenin diyor, siyaset bilimi literatüründe hiç değinilmemiş ve şu âna kadar var olmamış ve olamayacak nitelikte bir hükümetimiz var. Bütün bu güçleri ona atfettikten ve onun yaptığı her şeye karşı sustuktan sonra, bütün bu imtiyazlardan vazgeçecek; silahlarını yavaşça yere bırakacak ve arkasını dönüp ellerini duvara yaslayacak. Ve bizler, bütün haklarımıza tekrar kavuşacağız. Onun için saraya bakma, gözaltına alınan gazetecilere bakma, senden alınan vergilerin nasıl harcandığına bakma, kapalı kapılar ardında yürütülen çözüm sürecinde ne konuşulduğuna bakma, Suriye politikasında neler olduğuna bakma; gözlerini ve kulaklarını kapat ve sadece ‘Barışa Bak’ diyor…

Bu söylem bizlere, büyük bir değişim vaat ederek iktidara gelen AKP dönemine kadar yaşanan hak ihlallerinin standart bahanesini hatırlatıyor ister istemez. Bunun ismine “milli güvenlik” denirdi. Memleketi bölmek isteyenler ile memleketi geri götürmek isteyenlere karşı devlet var gücüyle örgütlenmişti. Bu kararlılık, milli güvenliğe yönelik herhangi bir tehdide karşı verilen mücadelenin karakterini belirliyordu. Mesela, devlet, ulusal bütünlüğü korumak için gerekirse rutinin dışına çıkabilirdi. 1990’lı yılları betimleyen mafyatik ilişkiler, derin devlet, köy boşaltmaları, faili meçhul cinayetler, yaka paça gözaltına alınan Kürt siyasetçiler dışına çıkılan bu rutinin göstergesiydi. Amaç kutsaldı ve vatanın birliği için hukuki süreçler çok da önemsenmeyebilirdi. Benzer şekilde, İslamcı partilerin kapatılması, üyelerinin siyasetten men edilmesi ve başörtülü öğrencilerin üniversite kampuslarına alınmamasının da hukuki bir açıklaması olmak zorunda değildi. Zira, ülkenin laik ve aydınlık kimliğinin devamı için, yani bir başka kutsal amaca ulaşmak için, hukuk ihlal edilebilirdi.

Bugün ‘Barışa Bak’ kampanyasını yürütenler gibi, AKP öncesi devletin de kendi entelektüel aparatçikleri yok değildi. Onlar da, kendilerine göre kutsal saydıkları amaçları için, yani ülkenin bütünlüğü ve laikliğin var olması için, hak ve hukuk ihlallerinin görmezden gelinebilecek teferruatlar olduğunu vazediyorlardı. Ülkenin bütünlüğü ve cumhuriyetin değerleri tehlike altındayken, yapılan hukuksuzluklar bir süre için sineye çekilebilirdi. Fakat bu geçici bir durumdu onlar için. Tehlikeler geçince ve toplum hazır olunca elbette gönül rahatlığıyla en ince ayrıntısına kadar hukuka riayet edilecekti. Ancak yapılması gereken, vatandaşların gözlerini ve kulaklarını bir süreliğine kapatması ve güvenliği sağlanıncaya kadar susmasıydı.

1990’lı yıllarda “savaşıyoruz, susun” söylemi, 2014 yılında yerini “barışıyoruz, susun” sloganına bıraktı. Günün sonunda, devlet ortaya kutsal bir amaç sürüp vatandaşların kendisini sorgulamaması için hep susmasını istedi. Ne kutsal amaçlar bitti ne de vatandaştan suskunluk talep etme eğilimi tükendi. Bu susma hâli, ve suskunluk karşısında güçlenen devlet durumu bu ülkenin rejiminin, alışkanlıklarının, ruh hâlinin ismi oldu. Yani, AKP öncesi ve sonrasının, eski ve yeni Türkiye’nin birbirinden hiçbir farkı kalmadı.

İnsanlardan susmasını isteyenleri buluşturan bir başka özellik ise, konuşmanın erdeminden bahsedenlere ve herkes susarken yapılan rutin dışı uygulamaları ve hukuk ihlallerini eleştirenlere karşı takındıkları tavır olabilir. Her iki grubun ortak özelliği, nihai kutsal amaca ulaşmaya çalışırken kullandıkları yöntemleri hukuki açıdan eleştirenleri yaftalamak konusundaki maharetleridir. Eski Türkiye’de, üniversitede başörtüsü yasağına karşı çıkmak sizi şeriatçı, faili meçhullerin hesabını sormak ise bir terörist yapabilirdi. Yeni Türkiye’de, militarizme karşı yürütülen bir davada uzun tutukluluk sürelerine itiraz etmenizin sizi askerî darbe yanlısı, polis şiddetine ve kamu yağmasına karşı çıkmanızın sivil darbe yanlısı, hükümetin Suriye politikasını eleştirmenizin Baasçı, rüşvet ve yolsuzluğa tepki vermenizin soyut bir cemaatin sempatizanı yapacağı gibi.

Barışa Bak’ kampanyasının dili ve argümanları beni bu yüzden ziyadesiyle ürkütüyor çünkü insanların enflasyondan şikâyet ettikçe “katil” damgası yemeleri işten bile değil…

*Doç., TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler

[email protected]