
Twitter sosyolojisi
KAHRAMAN ÇAYIRLI* / Ülkemizde bu kadar yoğun kullanılan, bu yüz kırk karakterlik iletişim biçimi üzerine daha çok düşünmemiz gerekiyor. İnsanların istedikleri biçimde kendilerini ifade ettikleri bu platform, yanıtını aradığımız pek çok sosyo-psikolojik sorunun cevabını içeriyor belki de.
Georg Simmel’in hediyelerdeki karşılılık ilkesinin Twitter’da da geçerli olduğunu düşünüyorum. Ben genellikle kimin tweet’ine favoriye basıyorsam ya da kimin tweet’ini retweet ediyorsam, o kişi ya da kişiler de benim tweet’lerime benzer şekilde davranıyor. Tabii ki istisna durumları da var, çok güncel bir gelişme hakkında, haber nitelikli ya da gerçekten çok felsefi, görece derinlikli cümleler, kendiliğinden alıp yürüyebiliyor bazen. Ama çoğunlukla bu karşılıklılığın sürdüğünü görüyorum.
Şöyle de bir eğilim var, başkasından retweet ettiğiniz tweet’ler daha çok geri bildirim alırken, ilgi görürken; kendi yazdıklarınız Twitter’da daha az ve daha zor dolaşıma giriyor. Tüm bu mevzuların kafamda dolaşmasının bir sebebi de şu: Birçok kullanıcı neredeyse hiç başkasının tweet’ini retweet etmezken (biliyorsunuz, her birimiz öyle kültürlüyüz, öyle iyi kitaplar okuyup iyi filmler izliyoruz ki hiçbir şeyi beğenemiyoruz, favori’ye basmak bile çok büyük bir lütufken, aman Allah korusun ne retweet’i, takipçisi artıverir!!), başkalarından retweet beklenmesi. Hem sürekli kendi “inanılmaz önemli” fikirlerini yaz dur, hem başka kimsenin yazdığına kendi hesabında hiç yer verme, hem de sonra “kimse de retweet etmiyor, kimse de favoriye basmıyor” diye sızlan. Sosyal medyadaki tavırlarımızda mükemmel toplumsal ve psikolojik veriler saklı diye düşünüyorum.
ÖNYARGILAR, ETİKETLER, STATÜLER…
Tweet sayısının ve takip edilen hesap sayısının minimizasyonu ve takipçi sayısının maksimizasyonu üzerinden yürüyen bir matematik de sözkonusu. Egolar, elbette “sayılabilir/ ölçülebilir” bu veriler/ rakamlar üzerinden de ilerliyor. “Aman takipçi sayısı hiç umurumda değil” diyen arkadaşlarımın ya da bana takipçi sayısı artırma taktikleri sunan arkadaşlarımın da sonra “niye takipçi sayımı artıramıyorum” krizlerine girdiğini gördüğüm için merakımı cezbediyor bu sanal dünya ve uyanık vaktimin epey kısmını da yine bu mekânda geçirdiğim için bu psikolojik mekanizmalar ilgimi çekiyor. Kesinlikle müthiş bir iletişim aracı, gelişmeleri Twitter’dan takip ediyoruz, öğreniyoruz; vatandaş gazeteciliğini de destekleyen çok güzel bir mecra. Önemli seviyede bir bilgi dolaşımı ve yığılması sözkonusu. Benzer sosyo-ekonomik düzeyde insanların Twitter’da da kabilevari kapalı odalara yoğunlaştıklarını söyleyebiliriz. Popüler konu (trending topics) ve etiketler (hashtag) sayesinde bu kabileleşmenin bir ölçüde kırılabildiği görülüyor. Ama birey yine buraların bireyi, toplum da burası o yüzden değer yargıları, önyargılar, etiketler, statüler elbette Twitter’da da yüzüyor. Fransız bir sosyologdan bahsettiğinizde övgüler yığılırken, popüler bir şarkı ya da şarkıcının isminin telaffuzu bile otomatik aşağılama sebebi olabiliyor. Kullanılan dil, üslup, söylem görmek isteyene çok veri sunuyor aslında örtük ya da açık.
Bütün bu cümleleri kurarken, sosyal medyanın toplumsal hareketlerdeki çok önemli rolünü tenzih ederek düşünüyorum, o apayrı bir konu. Ama ülkemizde bu kadar yoğun kullanılan, bu yüz kırk karakterlik iletişim biçimi üzerine daha çok düşünmemiz gerekiyor bence. İnsanların istedikleri biçimde kendilerini ifade ettikleri bu platform, yanıtını aradığımız pek çok sosyo-psikolojik sorunun cevabını içeriyor belki de.
*Şair- Yazar