KORHAN GÜMÜŞ- KAMU TARAFI/ Türkiye’de kamu sistemi çoğu zaman kamu ve özelin birbirine karıştığı kimliklerle işler. Planlar, mimari, restorasyon projeleri ihale (“üç yerden teklif getir, en düşüğü seninki olsun” modeli) ile elde edilir. Sistemin işleyişi kapalı uçludur.
İstanbul’da metro hattının ana omurgasını oluşturacak olan Marmaray’ın bir ulaşım projesi olarak yönetilemeyeceği, kentselleştirilmesi gerektiği hep söylendi. Çok aktörlü, çok katmanlı, misyon odaklı yerel bir yapının oluşturulması önerildi, kamu tarafı ikna edilmeye çalışıldı. Şehrin en önemli transfer merkezine dönüşecek olan Yenikapı’da bir pilot çalışma başlatıldı. Ancak taraflar kendi patronaj alanlarını yitirmemek için yetkilerini paylaşmayı reddettiler ve İstanbul, ayağına gelen bu tarihî fırsatı kullanamadı. Kazıların şehrin tarihinin yeniden ele alınmasını sağlayacak heyecan verici arkeolojik keşiflere yol açması projenin kültürel mirasla ilgili boyutunu gözler önüne serdi. Birkaç gün önce gerçekleşen bir mahkeme kararı da başka bir boyutunu, kamu yönetimi ile ilgili boyutunu. Daha doğrusu bu önemli deneyimin nasıl bir model içinde yönetildiğini.
Meğersem Yenikapı kazılarında çalışan arkeologlar, restoratörler ve sanat tarihi uzmanları yıllardır bir hafriyat ve nakliye şirketinde çalışıyormuş gibi gösterilmişler! İstanbul 17. İş Mahkemesi kazıların başlangıcından beri çalışan uzmanların yaptıkları işin toplumu ilgilendirdiğini ve kamu eliyle yapılması gerektiğini belirterek, şirketlere devredilemeyeceğine hükmetmiş. Yargıtay kararı onaylarsa Kültür ve Turizm Bakanlığı Yenikapı kazılarında çalışan uzmanlarını işe almak zorunda kalacakmış. Görüldüğü gibi karar kural dışı bir duruma işaret ediyor: Kamusal nitelikli olması gereken işlevlerin piyasa aktörlerine, taşeronlara devredilmesi… Türkiye’de kamunun giderek sıradanlaşan bir iş görme mantığı!
Üyesi olmayı hedeflediğimiz AB’nin müktesebatına göre toplumu ilgilendiren araştırmalar, kamu kararlarının içeriğini oluşturan plan ve proje, araştırma geliştirme hizmetleri piyasa aktörlerine kapalıdır. Kamusal niteliği oluşturan fikir üretimi alanına müdahale edemezler. Piyasa-dışı mekanizmalar katılım alanını genişletmek amacıyla kullanılır. Bu mekanizmalar kamu işleyişinin zorunluluğu olarak kabul görür ve kamusal alana katılımı düzenler. Kamu bu hizmetler piyasa-dışı mekanizmaları harekete geçirir. Hakemlik mekanizmaları gibi bağımsız arayüzler oluşturarak imkânlar sağlar, teşvik eder. Bu, çıkar gruplarının, farklı kamu yararı kavramlarını temsil eden grupların kamu alanının dışına itilmeleri anlamına gelmez. İhale sistemi ise kamu ile piyasa aktörleri arasındaki ilişkileri düzenler.
Türkiye’de durum nasıl diye bakıldığında işleyişin tamamen farklı olduğu görülebilir: Kamu sistemi bu nedenle çoğu zaman kamu ve özelin birbirine karıştığı kimliklerle işler. Planlar, mimari, restorasyon projeleri ihale (“üç yerden teklif getir, en düşüğü seninki olsun” modeli) ile elde edilir. Sistemin işleyişi kapalı uçludur. Kamu işlevleri ayrışmış ve rutinleşmiş, tekrara dayanan teknik uygulamalar hâlindedir. Kamusal işlev yerine getiren uzmanlar, kurumlar ancak piyasa aktörleri olarak kamusal faaliyetlere katılabilirler. Bu modelde toplumu ilgilendiren işleri yapan uzmanlar yatırımcının altında çalışır. (Örneğin Taksim, Emek Sineması, Tarlabaşı projelerinde olduğu gibi.) Oysa demokratik kamu yönetimlerinde kamusal niteliği oluşturan bu hizmetlerin açık uçlu olmasıdır, yani yöneticiler tarafından tanımlanamayacak nitelikte olmasıdır. Ne kadar bilgili olurlarsa olsunlar, teknik şartnameleri ne kadar titizlikle hazırlarlarsa hazırlasınlar, yöneticiler kendi başlarına bu hizmetleri tanımlayamazlar. Kamusal niteliğin oluşması için yaratıcılığın teşvik edilmesi, kamunun da piyasa aktörlerinin yapmadığı, yapamayacağı nitelikleri üretmesi gerekir.
DEMOKRATİK BİR KAMU YÖNETİMİ İÇİN SORULAR:
Soru bir: Araştırma, plan, proje gibi kamusal kararların içeriğini oluşturan hizmetler ihale ile gerçekleştirilebilir mi? Plan ve proje işleri kereste, çimento, demir gibi ağırlık, hacim gibi niceliksel birimlerle ölçülebilir bir şey midir ki ihale ile satın alınabilsin? Kaldı ki kereste bile satın alacak olsanız, evsafını, miktarını bilmeniz gerekmez mi? Kim alınabileceğini söylüyorsa, gözümüze baka baka yalan söylüyor demektir. İhale sistemi kamu ile piyasa arasındaki ilişkileri düzenleyen bir yöntemdir. Ancak proje üretildikten sonra, yani içerik oluşturulduktan yani tam rekabet koşulları oluştuktan sonra, kapalı uçlu sistemlere geçilebilir.
Soru iki: Kamu deyince ne anlaşılmalı? Sermayesi kamuya ait bir kuruluşun yöneticisi ihalede nasıl seçildiğini şöyle açıklıyor: “Bizim kuruluş diğerlerine göre birçok avantaja sahipti. Onların bilmediği birçok meseleyi biz biliyoruz. Bu nedenle bu proje için seçilmemiz çok normal.” İfşa ettiği ilişkiyi ise önemsemediği aşikâr. Çünkü yöneticisi olduğu kuruluş da hem ihale ile kamudan plan ve proje işi alıyor, hem de sermayesi kamuya ait. (Kolaysa karşısına başka bir kuruluş çıksın.) Başka bir ülkede böyle bir şey olsa bütün meslek kuruluşları, STK’lar, siyasetçiler ayağa kalkar. Bu tür işleri yapan kişiler ceza alır, engellenir. Türkiye’de ise meziyetmiş gibi görülüyor.
Soru üç: Entelektüel üretim zenginleri mi ilgilendirir? Mutenalaştırıcı siyaset dinamiklerinin entelektüel üretimi kamusal alanın dışında tutmayı başardığı görülür. Kamu sisteminde olağan işleyiş içinde geliştirilmesi gereken çalışmaların sistemli bir şekilde sermayenin himayesinde oluşturulan özel alanlara, hayırseverlik gösterileri için hazırlanan sanat alanlarına izole edilir. Bu korunaklı alanlar sistemi dönüştürme potansiyeli olan fikirleri, işlevleri, ilişkileri absorbe eder. Hatta bunun da ötesine geçerek, bu uğraşların kendi yaşam biçimini temsil eden bir elitin beğenisi olarak ters yüz eder, piyasanın özgürlükleri desteklediği algısını pekiştirir.
Şimdi son soru: Neden Türkiye’de yenilikçi şehircilik deneyimleri, halkı yerinden etmeyen istihdam, konut geliştirme programları yok denecek kadar az? Kamu kurumları, okullar, meydanlar, kültür ve sanat, kadın, çocuk, gençlik merkezleri yöneticiler onca kaynağı çarçur etmelerine rağmen sefalet içinde? Nedenleri anlaşılıyor mu acaba?