Cuma , 2 Ocak 2015
Anasayfa » Kültür ve Sanat » Denizaşırı bir vicdan meselesi
Denizaşırı bir vicdan meselesi

Denizaşırı bir vicdan meselesi

Russell Crowe’un ilk yönetmenlik deneyimi olan The Water Diviner/ Son Umut, Türkiyeli izleyicinin uzun süredir aşina olduğu bir film. Film, çekim aşamasından oyuncu kadrosuna, dedikodusundan galasına hayli zamandır medyamızın gündemindeydi. Ve nihayet ABD ve Avustralya’dan sonra bu hafta Türkiye’de de gösterime girdi. Film, Çanakkale Savaşı’ndan dört yıl sonra savaşa gönderdiği üç oğlunun akıbetini öğrenmek üzere İstanbul’a gelen, Avustralyalı çiftçi Connor’ın hikâyesini anlatıyor.

KENDİ TARİHİYLE HESAPLAŞMA

Crowe, ilk yönetmenlik deneyimini, ülkesinin geçmişiyle yüzleşerek yapıyor. Tıpkı Avustralyalı, ünlü yönetmen Peter Wire’ın Gallipoli/ Gelibolu filminde olduğu gibi, savaşla değil etkileriyle ilgileniyor. Fakat sinematografik anlamda Wire’a yanaştığını söylemek ya da beklemek fazla iyimser bir şey olur. Ünlü aktörün ilk yönetmenlik deneyimi, daha çok Hollywood’dan öğrendikleriyle harmanlanan bir tablo görünümü çiziyor. Filmin bu anlamda, yönetmenliğinden ziyade konusunu konuşmak daha mantıklı olur.

ANA HİKÂYE YER YER KAYIYOR

Russell Crowe, ülkesi Avustralya’da verdiği röportajlarda, bu savaşa katılmanın anlamsızlığını sürekli vurguluyor. Film de bu ana eksen etrafına kuruluyor. Denizaşırı bir ülkeden, Çanakkale’ye gelen bir babanın yaşadığı vicdan muhasebesi; çocuklarına engel olmamak, kilometrelerce ötede hiç tanımadığı insanlara, ortada sebep yokken “düşman” olmak. Yönetmen filmin ana eksenini bu fikir etrafında oluştursa da, bu hissiyatı derinlemesine yaşatamıyor. Daha çok fikrin etrafında tur atıyor. İçine tam anlamıyla giremiyor. Yan karakter ve hikâyelerle ana meseleyi beslemeye çalışan yönetmen, konunun gidişini yer yer sekteye uğratıyor. Babanın, sonuca bağlanan ama konu içersinde eğreti duran rüyaları, İstanbul’da kaldığı hanın, kısa kısa verilen öyküsü, ana hikâyeye sonradan yapılmış müdahaleler gibi duruyor.

O SIRADA ANADOLU’DA…

Öte yandan Crowe, savaşa mesafeli yakla şıyor. Her iki tarafı da anlattığı bu olaya “vicdan lı” olarak bakma ya çaba gösteri yor. Son Umut’u sadece bu çabası için bile başarılı bulmak görece mümkün. Tabii bir de işin Türkiye için hesaplaşılması gereken bir noktası var. O da 1915’te Çanakkale’de savaşan ülkenin, aynı tarihlerde, aynı topraklarda yaşattıkları… Yine bu ay gösterime giren Fatih Akın’ın The Cut/ Kesik aynı yıllarda Anadolu’nun gayri resmî tarihini öğrenmek ve hesaplaşmak isteyenler için bir alternatif olabilir…

SUZAN DEMİR