
Hayatımıza ayna tutan zıtlıklar “Ruhumun Aynası”
Senarist- yazar Zehra Çelenk’in ilk romanı “Ruhumun Aynası”, iki kentli kadının dostluğu etrafında 35 yaş evresinde yaşananları anlatırken, okuyucularına ‘sil baştan’ diyebilme cesaretini veriyor.
Ruhumun Aynası ilk kez bir dizi senaryosu olarak karşımıza çıkmış ancak ‘tuhaf’ reyting sistmemize yenik düşmüştü. Hikâye, dizinin bitiminin ardından Artemis Yayınları’nın teklifiyle yazarı Zehra Çelenk tarafından romanlaştırıldı. Türkiye’de bir ilk de gerçekleşti böylelikle. Çelenk’le 35 yaş kadın profilini, Türk dizilerini ve kadın edebiyatını konuştuk.
Ruhumun Aynası’nda özellikle 35 yaş kadınının kaygı ve beklentilerini dile getiriyorsunuz. Zehra Çelenk’in 35 yaş kadın tanımı nedir?
Hikâye kafamda ilk belirdiğinde 33’ümdeydim, şimdi 38 yaşındayım. Yani hikayedeki kadınlarla paralel deneyimledim ben de 35 yaşı… 35 yaş, yaşamına yeni bir yön vermek isteyen kadın için de, erkek için de bir kırılma noktası. Romandan bir cümleyle, “hayatınızı değiştirecek gücü bulabileceğiniz kadar genç, ilk fırsatta alışılmış olanın konforuna dönmek isteyeceğiniz kadar geç” bir yaş… Toplumsal beklentiler ve baskılarla, kadının ağırlığını erkeğe oranla daha fazla hissettiği yaşlar. Çünkü evlilik ve çocuk için son fırsat olarak görülüyor.
İyi tahsilli, ekonomik bağımsızlıkları olan kadınlarla, diğerlerinin 35 yaş kaygıları aynı mı peki?
Tamamen aynı diyemeyiz; olanaklar da, hissedilen baskının düzeyi de farklı. Yine de hiç tahmin edemeyeceğimiz profildeki kadınlar bile az önce sözünü ettiğim toplumsal ittirmelere belli ölçüde maruz kalıyor. Her kadının kaygıları, krizlerinde benzeşen yanlar olabiliyor. “İnsan yalnız olamaz, mutlaka bir çiftin parçası olmalı” psikolojisiyle büyütülüyoruz neticede.
Son yıllarda kadın merkezli film, dizi ve romanların sayısında eskisine oranla bir artış gözlüyoruz.Türkiye’de yazın ve televizyon dünyasında kadın nerede duruyor?
Evet, tüm kurmaca dünyasında kadın karakterler özellikle son yıllarda büyük bir yükselişe geçti. Bizdeyse şöyle bir durum var. Son 10 yılın en ünlü dizilerinin çoğunun senaristleri kadın. Kadın izleyicinin kalbini fetheden hikâyelerin önemli kısmını, yine kadınlar yazıyor yani. Ama güçlü kadın karakterlere, kadınların gerçekten etkin olduğu hikâyelere sık rastlayamıyoruz, toplumsal ve sektörel sınırlılıklar nedeniyle. Bir de yeni seyirci en çok, kendisini sinirlendiren karakterlerin bolca bulunduğu, entrikası bol melodramlara ilgi gösteriyor. O tür içinde de çok boyutlu kadın karakterlere yer vermek daha zor. Ruhumun Aynası‘nın önemli özelliklerinden biri hayata dokunan bir kadın hikâyesinin merkezde oluşuydu. Edebiyatımızdaysa, son yıllarda artış gösterse de “modern kentli kadın hikayeleri”nin merkezde oluşuna çok rastlayamıyoruz.
Romanın ana karakterleri psikiyatrist Elçin’le sekreteri Gülpare arasında hem yakın bir ilişki hem de muzip biçimde işlenen belirgin zıtlıklar var. Ruhumun Aynası buradan mı geliyor?
Evet, geceyle gündüz kadar farklı iki kadın. Elçin çok iyi koşullarda yetişmiş, kariyerinin iyi bir noktasında. Varlıklı, yakışıklı, iyi eğitimli bir sevgilisi var. Görünüşte hayal edilen hayatı yaşayan bir kadın. Gülpare’yse tam mahalle ortamında büyümüş, lise mezunu. Sevgili desen sempatik ama hayırsızın biri.. Elçin’in hayatı da hiç de göründüğü kadar defosuz değil ama. Elçin’e 35’te dank eden bu durumu Gülpare başından beri biliyor. Gereğinde terapistin terapisti oluyor. Ruhumun Aynası‘nı ben genel olarak hayatımıza ayna tutan zıtlıkları, karşılaşmaları anlatmak için kullandım ama evet bu iki kadın da birbirinin ruhunun aynası…
Elçin gibi akıllı, eğitimli bir kadın Bora gibi görünürde cazip ama ilişki için hiç çaba harcamayan bir adama niye hayatının yedi senesini veriyor?
Tam da kurulmasını dilediğim bir cümle. Elçin’in yaşadığı çelişkileri pek çoğumuz bir dönem yaşıyoruz. 30’lu yaşlarda çoğu kadının ‘kızım ne buluyorsun bu adamda’ serzenişlerine konu olan bir ilişkisi oluyor. Çünkü erkekler, kadının güçlenip bağımsızlaşmasına paralel bir “erkeklik krizi” yaşamakta. İlişkiler arapsaçı. Bir de hayatı planlayan kadın, duygusal ilişkilerine de elinde olmadan birer proje gibi yaklaşabiliyor. “Kendine yakışan adamlarla birlikte olma” tuzağına düşen kadınların sayısı çok fazla, Elçin de onlardan. Gülpare’yle ortak noktaları, sonuçsuz bir ilişkiye verdikleri emeği artık aşklarından ayırt edemez hale gelmeleri… Günümüz kentli kadınının aşkta en büyük sorunlarından biri bu bence, ilişkileri sürdürme çabasının hep kadına ait olması…
MİNEZ BAYÜLGEN