
İslamcılar modern hayata yenildi
İkibinlerin başından itibaren AKP’ye destek veren ve kamuoyunda “liberal aydınlar” olarak tanınan entelektüellerin bir bölümü, bugün totaliter bir yapı olarak hüküm süren iktidarı o yıllardaki argümanlarla desteklemeye devam ediyor. İslami sembollerin bireysel özgürlükler çerçevesinde savunulmasından, dindarlığın kamusal alanda görünür olma hakkından, AKP’nin “dindar nesil” adı altında tüm toplumu İslamileştirdiği bir evreye geldik.
Bugün, başını eski Başdanışman Etyen Mahçupyan’ın çektiği bazı malum isimler, tutarlılık kaygısı taşımadan, topluma ‘eski Türkiye’nin meseleleri üzerinden bir şeyler anlatıyor.
Peki bu, nasıl mümkün olabiliyor? Okan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Siyaset Bilimci Doç. Dr. İlker Çayla ile dönüşen AKP iktidarını ve “liberal aydınlar”ın dönüşmeyen söylemini konuştuk.
Bir dönem ulusalcı-Kemalist kesimler için bir nefret objesi olan ve “liberal aydın” diye tarif edilen isimlerin bir kısmı için, Türkiye’de 2007-2008’den bu yana hiçbir şey değişmemiş gibi. Bu isimler için seçilmiş iktidar bir türlü iktidar olamadı, vesayetçi güçler onu her an devirebilir. Hâlâ böyle bir Türkiye’de mi yaşıyoruz?
Bu dönüşümün ikili bir yönü olduğunu düşünüyorum. Birinci yönü, dönemin başbakanının, özellikle 2010 referandumundan sonra, askerî vesayetin artık tamamen ortadan kaldırıldığını düşünmesi ve kendi tabanını, “bir takım zararlı” düşüncelerden uzaklaştırmak istemesi. Çünkü muhafazakâr kesimlerin sosyolojisinde de 10 yıl içinde bir dönüşüm yaşanmıştı ve sanırım Erdoğan, bu kesimin kendi kontrolünden çıkmasını istemedi. Mısır’da Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesi, Başbakan’ı daha da cesaretlendirdi ve kendini “muhafazakâr demokrat” olarak nitelendiren AKP, İslamcı çizgiye dönmeye başladı. Ortadoğu bölgesinde, Tunus, Mısır, Libya ve gerçekleşseydi son ayağı Suriye olan bir Müslüman Kardeşler iktidarı yaratılacaktı. AKP ise, tüm bu hareketlerin hamisi rolünde bir Neo-Osmanlıcılık projesini öngörüyordu. İslamcılık yine de ılımlı bir çizgi izleyebilirdi belki… Liberal aydınlar ve AKP’nin uzaklaşmasının ikinci yönü, “otoriter bir çizgiye” savruluşsa bir yönü de İslamcı hareketin başarısızlığıyla bağlantılı.
AKP, ılımlı İslam projesi çöktüğü için mi otoriterleşti?
İslamcı çizgi, Arap Baharı’nın yaşandığı tüm ülkelerde aslında farklı bir medeniyet projesi çizemediğini ve yönetim becerisi olmadığını gösterdi. Var olan sorunlara, “çözüm İslam’dadır” gibi retoriklerin cevap veremediği ortaya çıktı. Yönetimde kayırma, adaletsizlik, kadınların eşitsizliğini meşrulaştırma, anti-demokratik uygulamalar, yolsuzluğun son bulmaması, İslamcı hareketlerin önceden var olan gizeminin aslında boş olduğunu gösterdi. İslamcılık, sekülarizme alternatif bir medeniyet yaratamadı. Bu süreç içinde özellikle 2010 referandumuna kadar liberal aydınlar demokratikleşme persektifine sahip çıktı. Tabii bunda şaşılacak bir yan yok. Bu aydınlar uzun dönemdir aynı çizgiyi savundular ve AKP bu çizgide ilerledikçe yakınlaştılar, uzaklaştıkça da ayrıldılar.
Peki ayrılmayanlar… Son günlerde başdanışmanlığı tartışma konusu olan Etyen Mahçupyan ve onu takip eden isimler… Birçoğuna göre, Türkiye’de sosyoloji devrimi yaşandı. AKP iktidarı bu devrimin üzerinden atlanarak değerlendirilemez.
Bu aydınlar içinde sadece birkaç isim hâlâ AKP politikalarını destekliyor. Mahçupyan en önemli isim ve Davudoğlu’nun danışmanı oldu. Mahçupyan, Türkiye’nin sosyolojisinin değiştiğini kabul ediyor. Çoğulculuk, kültürel, kimliksel özgürlük ve makbul vatandaşlık etrafında örülen Yeni Türkiye’yi AKP’nin savunduğunu öne sürüyor. Sanırım buna inanıyor da. “İnanıyorum, öyleyse doğrudur.”
Bu Mahçupyan’ın kanısı ama veriler bize bunu göstermiyor. Gazeteciler baskı altında, dünyada en fazla gazetecinin cezaevinde olduğu ülkeyiz. Twitter, Facebook hatta Google’ın kapatıldığı bir ülke burası. Bırakın demokratik bir anayasa yapmayı 12 Eylül Anayasası yürürlükte ve yeni güvenlik yasalarıyla daha da anti-demokratik bir ruha büründü. 12 Eylül rejimi hâlâ devam ediyor.
Peki neden? Nedeni bunun bir toplumsal mühendislik çalışması olması. Dediğim gibi bu toplumsal mühendisliğe savruluşun nedeni İslamcıların başarısızlığı. Modern dünyanın sorunlarıyla başa çıkamamaları, onları eski, bildik İslamcı retoriğe geri dönmek durumunda bıraktı. Toplum sorgulayıcı-demokratik olmayan bir İslami anlayış çerçevesinde yukarıdan aşağıya şekillendirilmeye çalışılıyor. Etrafımız düşmanlarla çevrili. Bizi bölmeye çalışıyorlar. Reis’in söylediği tartışılmaz, tartışanlar hain ilan ediliyor. Artık iktidarda olan bir hareket var. Toplum mühendisliği yapan bir hareket, devlet kurumlarını bu doğrultuda kullanan bir hareket… Tekçi bir lider ve zihniyete sahipler. Mahçupyan’ın Kemalizm’e yakıştırdığı sıfatların hepsine sahip bir iktidar var. Kötü bir Kemalizm kopyası…
Entelektüellikten, bana göre giderek bir tür amigoluğa uzanan bu evrimin Türkiye tarihinde başka örnekleri var mı?
Öncelikle Mahçupyan için bu sıfatları kullanmak istemem. Ama iktidara yakın gazetelerde köşe yazarı yapılan insanlardan böyle bahsedebiliriz. Bu kişileri ayırmak lazım. Bu kişiler, zaten “liberal aydın” kategorisinde, entelektüel dünya içinde ciddiye alınan isimler değillerdi.
Entelektüellere gelirsek; vardır tabii. Dünyada da vardır. Türkiye’de Kadro Hareketi ilk aklıma gelenlerden biri. Ama dediğim gibi bunlar entelektüel kişilerdi. Bahsettiğiniz amigo kesim gibi değillerdi. İktidara yakın olma isteği olur. Erken Cumhuriyet döneminde de vardır. Burada etkili olan tabii çağdaşlaşma ve Batılılaşma söylemi. Bunlar entelektüeller üzerinde etkili oldu. Bir çoğu gönüllü olarak erken Cumhuriyet döneminde rejimin yanında yer aldılar. Cumhuriyetin hegemonyası bir anlamda böyle sağlanmıştır. Bu aslında önemli bir nokta. AKP’nin belki de sahip olamadığı tek şey, toplum üzerinde etkili olacak organik entelektüellerinin olmaması. Hükümete yakın gazetelere bakın; hepsi Ertuğrul Özkök’e eleştiri yapıp aslında onun gibi olmak isteyenlerle dolu. Ertuğrul Özkök gibi olmak için Butan’a gidip Budizmi incelemeniz gerekiyor.
Kullanışlı aptallık entelektüel hayatımızda yeni bir kavram. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Kullanışlı aptallık ya da aldatılma söylemine derinden bakmak gerekir. Bu, buzdağının görünen yüzüdür, “mağduriyet narsizmidir”. Toplumun içindeki negatif enerji, iktidarı fetişleştirmeye aktarılır. “Mağdurlar”, hep dışlandıkları, herkesin onlara komplolar kurduğu bir dünyada yaşarlar. Yani hiçlerdir. Hiç oldukları için hiçbir sorumlulukları yoktur. Bu yüzden mutlak “ezilmişlik “ söylemi ve “mağduriyet narsizmi” intikam almaktan, nefretten ve daha önce ellerinden alınmış olanı yeniden ele geçirmekten ve düzenlemekten ayrı düşünülmemeli. Bu mağduriyet narsizminin bir diğer yönü, entelektüellere düşmanlık. Ama bu yalnızca bir düşmanlık meselesi değildir. “Saygın olmak istiyorum ama değilim…” En büyük engel saygın insanlar ve kurumlardır. Nisan 2013’te, AKP’nin İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu, “Önümüzdeki seneler, şu ana dek bizimle birlikte yürümüş bulunan liberallerin isteklerine tekabül etmeyecek. Bundan böyle düşmanlarımızın ortakları olacaklar” demişti.
Üniversiteler, profesörler, liberal aydınlar, barolar, meslek kuruluşları… Ulaşılamaz öteki ile kurulan travmatik bir ilişkidir bu. Ancak fanteziler üreterek kurulabilir. Faiz lobileri, masonlar, baronlar, dünyayı yöneten gizli örgütler, Yahudi komploları… Almanya’da faşizm bu söylemler üzerinde yükseldi.
Türkiye’de son yıllardaki kutuplaşma, gazetecilik, hukukçuluk, tarihçilik, sosyal bilimler alanlarında ciddi bir tahribata neden oldu. Kutuplaşan taraflar, bu alanlardaki birikimi keyfi bir şekilde eğip bükmeye başladı. Bu konuda bir hasar tespit raporu çıkarabilir misiniz? Bu tahribatın altından Türkiye nasıl kalkacak?
Türkiye er geç bunların altından kalkacak. Dediğimiz gibi, Türkiye’nin sosyolojisi değişti ve çoğulcu, demokratik bir cumhuriyeti kuracak kesimler güçlenecektir. Bu eğip bükmelerin yarattığı hasara buradan bakmak lazım. Örneğin geçenlerde bir gazetenin, “Atatürk’ü İnönü zehirledi” gibi bir manşeti vardı. Ütüyle kurutulmuş kâğıtlarda bir takım anlamsız yazılar, belge diye yayınlandı. Ama kimse bunları ciddiye almadı zaten. Gençlere eğlence konusu oldu. Bu tarz hareketler resmî tarihe sağduyulu eleştirilerin de önünü alıyor. Bu tahribatın altından kalmak için toplumda yeni bir uzlaşmaya ihtiyaç var. Kimse toplum mühendisliğiyle Türkiye’nin çoğulcu yapısını değiştiremeyeceğini anlayacak. İslamcılar şimdi bu süreci yaşıyorlar. Onlara göre laiklik, yalnızca ordu gibi kurumlarla Türkiye’ye dışarıdan getirilmiş bir hayat tarzıydı. Ordu, siyasal alandan çıkınca laik hayat tarzını devlet gücüyle çok kolay değiştirebileceklerini düşündüler. Ancak Gezi’de bunun Türkiye’de çok önemli bir sosyolojik tabanı olduğunu gördüler.
Türkiye’de sağcı, muhafazakâr entelektüel dünya ile sol ve liberaller arasında sağlıklı bir tartışma ortamı yaratmak mümkün görünüyor mu? Bunun için neler yapılmalı?
Tabii ki mümkün… Kutuplaştırıcı söylemlerden uzak, soğukkanlı değerlendirmeler yapmak gerekiyor. Bir de, burada en önemli nokta genel olarak iktidarla, otoriteyle eleştirel bir ilişki kurabilmek. İslami kesim içinde böyle insanlar vardır. Ne kadar sesleri çıkar bilmiyorum. Ama böyle bir tartışma ortamı oluşturmak düşünülüyorsa, ben diyalog çabalarının hepsine destek vermeye açığım. Bu bir çağrı olarak da düşünülebilir.
Tutumunu beğendiğiniz sağ ve muhazakar entelektüel var mı?
Kendilerine sağ ya da muhafazakâr derler mi bilemem ama bu camia içinde cesur isimler var. İktidara karşı eleştirel duruşları olan Hüda Kaya, İhsan Eliaçık, Mücahit Bilici ilk aklıma gelenler. Dücane Cündioğlu’nu da takip ederim.
ERTAN ALTAN