
Sendikal haklar AKP ile dibe vurdu
Bursa’da metal işçilerinin yaptığı direnişe destek her geçen gün biraz daha artıyor. İşçilerin üye olduğu MESS, eylemleri “yasa dışı” olarak nitelendirirken, Bakanlığa bağlı müfettişlerin de işveren vekili gibi hareket ettikleri konuşuluyor. Bursa’da yaşananları, Türkiye’deki sendikal hareketin geldiği noktayı ve AKP’nin işçi ve emek meselesiyle ilgili tutumunu Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden öğretim üyesi Aziz Çelik ile konuştuk…
» İşçileri, üyesi oldukları Türk Metal Sendikası’ndan istifa edecek ve üretimi durduracak noktaya getiren şey neydi?
İşçilerin hem işverene, hem de sendikaya yönelik tepkileri var. İşçiler, toplu iş sözleşmesinin yapıldığı sırada kendilerine danışılmamış olmasından ötürü sendikaya tepkili. Bu, aynı zamanda Türk Metal’e karşı, sendikal demokrasinin olmamasından dolayı oluşan bir birikim… Üç yıl önce Bosch’ta da benzer bir eylem yaşanmış; işçiler istifa edip, Birleşik Metal İş’e üye olmuşlardı. Daha sonra çeşitli baskılarla o istifalar geri aldırılmıştı. Metal işçileri arasında uzun zamandır böyle bir tepki birikimi var. O yüzden bugün yaşananları bir fay hattı kırılması olarak görebiliriz. Eylemin ayırt edici niteliği de ilginç zaten.
» Nedir?
Genellikle bu tip eylemlerde doğrudan ya da dolaylı olarak bir sendika desteği vardır ve işverene karşı yapılır. Metal sektöründe 12 Eylül sonrasına dayanan bir sendikal düzen var. DİSK üyesi Maden İş sendikasının faaliyetlerinin durdurulması ve yöneticilerinin yargılanmasının ardından MESS ile Türk Metal Sendikası, metal sektöründe otoriter bir sendikal düzen kurdu ve uzun zamandır bu statüko devam ediyor. İşçilerin tepkisi esas olarak, toplu iş sözleşmesi sırasında kendilerine danışılmaması ve daha sonra yine MESS’e bağlı olan Bosch’ta imzalanan sözleşmeyle sağlanan ücretlerin aynısının kendilerine verilmemiş olması. Dolayısıyla işçiler, aynı sözleşmenin kendilerine de uygulanmasını istiyorlar. Lokomotif olmasına rağmen metal sektöründe ücretler oldukça düşük. Bin 600 ile bin 800 lira arasında ücret alıyor işçiler.
» MESS yetkililerinin yaptığı açıklamalar, eylemlerin yasadışı bir boyut kazandığı yönünde. Bu doğru mu?
Çok net söylüyorum; bu, gayri ciddi bir açıklama. Türkiye’nin onayladığı uluslararası sözleşmeler, barışçıl toplu eylemleri hukuk dahilinde kabul ediyor. Dahası, buna benzer eylemler Türkiye’de daha önce de oldu ve bu eylemlerle ilgili verilmiş yargı kararları da var. Mesela Mersin limanında yapılmış bir eylem vardı; işçiler mal giriş ve çıkışını TIR ve konteynırlarla durdurmuştu orada… Yargıtay 7. Dairesi, bu eylem için ‘Barışçıl ve uluslararası sözleşmelere uygundur’ kararı vermişti. Dolayısıyla bugün yapılan eylemi yasadışı ilan etmek; 12 Eylül hukukuna yaslanarak işçileri tehdit etmekten başka bir şey değildir. Uluslararası Çalışma Örgütü, Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında işçilerin, resmi bir grev dışında da taleplerini dile getirmek için topluca iş bırakması hukuka uygun kabul ediliyor. Bu konuda MESS, yanıltıcı bir tutum içerisinde.
» 12 Eylül hukukuna yaslanarak, işçilerin tehdit edildiğini söylediniz. Bu noktada hükümetin direkt dahli olduğu da konuşuluyor…
Bunu şu an için kestirmek zor fakat hükümetin, Türkiye’deki sendikal hakların kullanılmaz hale getirilmesinde sorumluluğu olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin grev hakkı kullanılamıyor. Birkaç ay önce Birleşik Metal İş sendikasının grevi oldu ve milli güvenlik bahanesiyle bu grev ertelendi. Eskiden bu tür kararlar Danıştay’dan dönerdi, bu defa dönmedi. Öte yandan sendikalaşma oranları da AKP iktidarı sürecinde çok düştü. Hatta özel sektörde bu oran yüzde 3 ile 4 arasındadır. Bu arada Türk Metal, hükümet ile güçlü ilişkileri olan bir sendika.
» Hükümetin direkt dahli olup, olmadığını kestirmek zor diyorsunuz ama beri yandan da Bakanlık müfettişlerinin işçiler üzerinde yasalara bağlı bazı yanıltıcı etkileri olduğu söylendi…
Bu doğru, evet. Bakanlık müfettişlerinin, adeta işverenin vekili gibi hareket etmesi görevleri değil aslında. Aksine onların görevi bu işin işçi lehine çözülmesini sağlamaktır. Ancak bakanlık müfettişleri, eylemin açık ve net hukuksal dayanaklarına rağmen işçileri korkutma yolunu seçiyor.
» Hükümet neden işçilerin direnişini bastırmak istiyor?
Ekonomiyi olumsuz etkilediğini iddia ediyorlar. Ocak ayında 15- 16 fabrikada yaşanan metal grevi ertelenirken de benzer iddialarda bulunuldu. Yani bir milyon 400 bin kişinin çalıştığı bir sektördeki sınırlı grev, milli güvenliği tehlikeye soktuğu iddiasıyla ertelendi. İşçilerin üretimi durdurması, Türkiye’nin ekonomisine elbette etki edecektir ama bu, kolaylıkla giderilebilecek bir şey. Zaten işçiler, “Taleplerimiz karşılansın, gerekirse fazla mesai yapar, telafi ederiz” diyor. Hükümetin şunu da unutmaması gerekiyor ki; işçi eylem ve grevleri zaten ekonomik etkileri olduğu için yapılır ve bu yüzden anlamlıdır. Eğer bir işçi eyleminin ekonomi üzerinde etkisi yoksa bu, ıslatmayan su ya da yakmayan ateş gibi bir şeydir. Dünyanın her yerinde böyle olur. İşçiler taleplerinin yerine getirilmesi için eylem yapar, işveren zarar eder ve karşılığında bu talepler yerine getirilir. Çalışma ilişkilerinin doğasında bu var zaten.
» Peki, işçiler neden haklarına sahip çıkacak farklı bir sendikaya geçiş yapmıyor?
Bunu daha önce Bosch isçileri denedi ama işveren baskısıyla buna engel olundu. Türkiye’de işçilerin sendika değiştirmesi ya da seçmesi önünde yasal, idari ve siyasi engeller var. İşveren, yönlendirebileceği bir sendikayı tercih eder her zaman. Farklı bir sendikaya üye olduklarındaysa işçileri işten çıkarmakla tehdit eder.
» Yani işveren kendi isteklerini dayatabileceği bir sendikaya mı yönlendiriyor işçileri?
Kesinlikle. İşveren önce sendikasızlığı tercih eder fakat büyük ölçekli sektörlerde bu mümkün değildir. Dolayısıyla ikinci seçenek “uyumlu” çalışabileceği, kendi talepleri çerçevesinde yönetebileceği bir sendikayı tercih etmek olur. Farklı olanlara, mücadeleci sendikalara haksızlık etmemek lazım ama Türkiye’de hem kamuda, hem de özel sektörde pek çok sendikanın işveren güdümlü olduğunu söylemek mümkün. Bosch’ta işçiler Türk Metal’den istifa edip, Birleşik Metal’e geçtiler ancak hem işveren, hem de Türk Metal’in yoğun baskısıyla tekrar geri dönmek zorunda kaldılar mesela…
» O halde Renault işçilerinin başka bir sendikaya geçmek gibi bir dertleri yok şu an…
Evet, hatta genel olarak sendika karşıtlığı, sendikasızlık eğilimi bile var işçilerde. Sendikaların bu durumdan ders çıkarması gerekir aslında. Bu aynı zamanda direnen işçiler için de tehlikeli de bir durum. İşçiler bugün sendikasız direnişle küçük bir sonuç alabilirler ama yarın sendikasız kaldıklarında daha ciddi sorunlarla karşılaşabilirler de… Metal gibi bir sektörde işçilerin sendikasız kendilerini koruyabilmeleri mümkün değil. Bu eylemde işçilerin kendi aralarında oluşturdukları demokratik bir iç örgütlenme var. Bu demokratik sendikacılık açısından önemli bir zemin olabilir.
» Batı’da sendikal hareket nasıl işliyor? Orada da işveren, işçileri “uyumlu” çalışabileceği bir sendikaya mı yönlendiriyor?
Batı’da, sendikalara müdahale etmek Türkiye’deki gibi mümkün değil. Bosch, bir Alman firması olmasına rağmen Türkiye’deki işleyişini yerel dinamikler belirliyor. Mesela Bosch aynı şeyi Almanya’da yapamaz çünkü sendikal hareketin gücü orada çok daha fazla. Yani Alman sendikacılığı böyle bir şeye kesinlikle izin vermez. Batı’da Türkiye’deki gibi zayıf ve yasalar tarafından korunmayan bir sendikacılık anlayışı yok.
» Gelinen noktada AKP hükümetinin sendikal harekete karşı tutumunu, 1980 Türkiye’siyle kıyasladığınızda ortaya ne çıkıyor?
AKP’nin, iktidar olduğu günden bu yana 12 Eylül’ün sendikal mevzuatını büyük oranda koruduğunu ve esasına hiç dokunmadığını görüyoruz. Uygulamada ise geri adımlara tanık olduk. Örneğin sendikalar kapatıldı: Emeklilerin, öğrencilerin, polislerin, hakim ve savcılar sendikaları… Grev hakkının kullanımı konusundaysa çok daha kısıtlayıcı davrandı. AKP döneminde grev hakkı, fiilen hükümetin iznine tabi oldu. AKP’nin 12 Eylül’den bile daha geriye götürdüğünü anlamak için sendikalaşma ve greve katılan işçi sayısındaki düşüşe bakmak yeterli. Sendikalaşma AKP döneminde adeta dibe vurdu. Özel sektörde yüzde 3 civarına geriledi. Türkiye, sendikalaşma açısından OECD ülkelerinin en kötüsü… Türkiye’de grev, fiilen kullanılamayan bir hak.
» Renault işçilerine destek giderek büyüyor. Önceki gün de Ford işçileri -her ne kadar iş veren üretimi durdurduğunu söylese de- greve çıkacağını duyurdu…Bu direnişin gittikçe, daha da kitlesel bir boyuta ulaşacağını düşünüyor musunuz?
Sendika desteği olmaksızın yapılan ve bu kadar uzun süren bir eylem olduğu için oldukça önemli bu direniş. Daha önce de oluyordu ancak bu çapta değildi. O yüzden bu direnişin bir ilk olduğunu söyleyebiliriz. Genelde işçiler bu tarz bir direnişe başlar, ardından sendika destek verirdi. Bu bağlamda metal direnişinin ayırt edici bir özelliği olduğunu düşünüyorum; gözü kara bir eylem…
» Grev hakkının AKP hükümetiyle birlikte tamamen ortadan kaldırıldığını söylüyorsunuz. Peki, işçilerin işten çıkarılma ihtimalleri var mı?
Hukuken işten çıkarılamazlar. Velev ki hukuk tanımayan bir yaptırım söz konusu oldu; on binlerce kişinin direndiği bir yerde işçiler, aralarındaki birlik ve dayanışmayı koruyabilirse başlarına bir şey geleceğini düşünmüyorum. Bu kadar büyük bir işçi eylemini, nedenlerini dikkate almaksızın, eski alışkanlıklarla hareket ederek bastırmaya kalkışmak hem hükümet, hem işveren, hem de sendika açısından büyük hata olur. Bu eylemden ders alınması gerekir.
» Seçime az bir süre kaldı. Siyasi partilerin, özellikle de ekonomi politik ağırlıklı seçim vaatleri hazırladığını gördük. Böylesine kapsamlı işçi direnişinin yaşandığı şu günlerde, hangi partilerin beyannamelerini hazırlarken; işçi haklarını ve sendikalaşmayı hesaba katarak seçime hazırlandığını düşünüyorsunuz?
MHP ve AKP’de pek ağırlık verilmemiş ama hem CHP, hem de HDP’nin seçim bildirgelerinde sendikal özgürlükler ve emek konusunda önemli bölümler var.
» Türkiye’de 14 milyon işçi var. Sizce işçiler, oy tercihlerini sendikal özgürlük ve emek konusu hakkında beklentilerine cevap veren bu iki partiden yana mı kullanacak?
Türkiye’de insanların, seçim beyannamelerini dikkate alarak oy verdiğini ne yazık ki düşünmüyorum. Bazı temel konuların ve kamuoyu algısının çok daha etkili olduğunu düşünüyorum. İşçiler eğer seçim vaatleri üzerinden oy verseydi; Türkiye’deki sol ve sosyalist partiler iktidar olurdu zaten. Ancak seçmen davranışı bu şekilde işlemiyor. Daha karmaşık faktörler var. AKP’nin hükümet ve parti programlarında da emek, işçi ve sendikal örgütlenme meselesi ya yok ya da çok sınırlı… 2010’da yapılan Anayasa değişikliği ile sendikal hakları geliştirdiklerini iddia ettiler ama bunlar tamamen makyaj düzenlemelerden ibaret.
» Evet…
Hükümetin işçi ve emekçilere yaklaşımı şu şekilde: “Ben, kendi mekanizmalarımla onlara ulaşır, yardım dağıtırım. Araya da sendikaları koymama gerek kalmaz. Türkiye’de yaygın bir sosyal yardım mekanizması var. ‘Asgari ücret arttırılsın, emekliye iki ikramiye verilsin, aile sigortası getirilsin’ denilince de hemen kaynak soruluyor. Sosyal yardımlar için kullanılan kaynakları yeniden organize ederseniz, bunları düzenli sosyal ödenek ve hak haline dönüştürebilirsiniz. Ancak bundan kaçınılıyor ve düzensiz, belirsiz, hükümetin inisiyatifinde bir sosyal yardım mekanizmasının geçerli olması isteniyor.
» Niye?
Çünkü onunla seçmenin oyunu bağlamak, bir müşteri ilişkisi kurmak mümkün. İnsanların emekli aylığını arttırırsanız, “Gelecek seçimde iktidar giderse ben aylığımı alabilir miyim” diye düşünmez çünkü almaya devam edecektir. Ancak kömür yardımını düşünür çünkü bu yardım bir hak değil. AKP, yoksulluğu ortadan kaldıracak değil onu yönetecek bir düzen kurdu ve onu devam ettirmek istiyor. Kısacası; yardıma bağımlı bir toplum yarattı.
TUNCA ÖĞRETEN
Twitter: @tuncaogreten