Pazartesi , 1 Haziran 2015
Anasayfa » Yazarlar » AKP’ye haddini kim bildirecek
AKP’ye haddini kim bildirecek

AKP’ye haddini kim bildirecek

Koskoca 20. yüzyılı, demokrasi okyanusunda “cam şişeye hapsolmuş bir yelkenli maketi” gibi geçirince, sudan çıkmış balık kadar bile olamadığımız çıkıverdi ortaya.

Ve işte siyasal hayatın gerçek dalgalarıyla çalkalandıkça da, toplum olarak çoğu sorunla yeni yeni karşılaşmanın şaşkınlığı içinde gibiyiz şimdi.

Oysa sıkışınca, ne güzel, darbelere sığınırdık eskiden.

Her yağmurdan sonra heyelânlara açık olan şosemizin gevşek zeminini tekrar stabil hâle getiren, hep askerî darbeler olurdu.

Ama iş makinesi olarak kepçe değil, tank kullanırlardı.

O darbeler ki, âdetâ sosyopolitik bünyemizin ürettiği bir emniyet supabı yerineydiler.

Tıpkı ateş üstünde kaynayan süt tenceresinin kabarmaya yüz tutarak taşması esnasında, her sefer generaller çıkagelir, devreye girer, ortalığı haraca berece keserler, bir miktar da genç asarlar, herkesler de bir süreliğine derin bir oh çekerdi.

Bir müddet sonra köpük sönüp işler düzene girer gibi olduğunda da, hep beraber o generallere sövülür; böylece tüm külfetlerden arınılırdı.

Askerlerin yaptığı da, hoş olmayan, tasvip edilemez pis şeylerdi elbet de.

Zaten ordular yaylaların vahşete karşı obayı koruyan hoyrat avcılarına benzerler; göz yumulursa gün gelir kolladıklarına da efelenirler.

Onları ahalinin üstüne salanlar, aslında daima obanın ileri gelenleri olmuştur.

Kabarmaya başlayan süt tenceresini, bir süreliğine de olsa, çıplak elleriyle ateşten çekip almaya can atan generalleri, uzun zaman maşa gibi kullanmışlardır.

Elini kirletmeye hazır birine, her tıkandığında pis su giderini açtırmak gibi bir şeydir bu.

Lâkin paşalar, bunu uzun süre anlayamadılar, yahut pek hoşlarına gitti.

Ya ikisinden biri, ya ikisi birden!

Hep böyle olmadı tabii.

Geçici de olsa iktidar olmak, eroin hazzı vermeye başlayınca, darbe koşullarını oluşturma hinliklerini gün geldi kendileri de icat ettiler.

Yani sonuçta elbirliğiyle,

bir türlü ergenliğe kavuşamayan,

kulluktan vatandaşlığa geçemeyen;

çağdaş haklar bakımından hacir altında,

toplum hayatını biçimlendiremeyecek denli kısıtlı,

tebaa duygusundan ve biat kültüründen kurtulamamış;

çoğu kaba saba

ve cahil…

ve yoksul…

ve insan ziyanlığı…

bir halk yarattılar.

Onların hiç değişmemelerine, hep kendilerine muhtaç birer zavallı olarak kalmalarına baktılar.

Şu gerçeği artık hep birlikte görmeliyiz:

Askerî vesayet ve askerî darbe istemeyenler samimi olsalardı, ülkeyi çoktan demokratikleştirirlerdi.

13 senedir iktidarda olan AKP’nin sayısız kez buna olanağı vardı.

Ama yapmadı.

Tam tersine, o darbe ve vesayet koşullarını sonunda kendi kullanmaya kalkıştı ve çağdışı bir Doğu despotizminin inşasına girişti.

Şimdi gene sorun var.

Süt gene taşıyor.

Gene, döner bıçağını kapmış sağa sola savuran bir meczup gibi davranarak siyaset yapılan günlerden geçiyoruz.

Ne hukuk kalmış, ne ahlâk, ne erdem!

Seçim mitinglerinin yalan dolanları, çirkinlikler festivalinin kortejinde gövde gösterisi yapan politikacıların başlarından aşağıya dökülen konfetiler gibi renk renk havaya dağılıyor.

Ama artık darbe yapacak kimse yok!

Zaten buna niyetlenecek aklı kıt paşa da kalmamış.

Ne ki toplum şaşkın!

Böyle hâllerde ne yapacak, ne önlem alacak; nasıl olsa asker çaresine bakıyordu diyerek, hiç düşünmemiş, hiç öngörmemiş.

17/25 Aralık’ta tılsım bozulunca, pervasızın biri bunu fırsat bilmiş; “madem ben yandım, benden sonra tufan” azmiyle, elinden geleni ardına koymaz olmuş.

Öyleyse, iş başa düşecek.

Bundan böyle, ne yapacaksa halk yapacak!

Kahrolası fakirliklerini kullanarak kendilerini Kayseri meydanına toplayıp da İstanbul’a yapacağı köprüyü ballandıra ballandıra anlatanlara, sandıktaki dersini, Anadolu’nun o köylü kadınları verecek.

Lüks mercedeslere binmenin artık sıradan sayıldığını kendileriyle alay edercesine söylemekten çekinmeyenlere, sandıktaki cezasını, ömrü minibüs tepesinde geçenler kesecek.

Hacirli olmaktan kendileri kurtulacaklar.

Gerçek çıkarlarının nerede yattığını, deneye yanıla kendileri, yalnız kendileri bulacak!

Çünkü demokrasi, ancak onlar keşfederse gelecek!

[email protected]

[email protected]

Etiketler:

Hakkında Namık Çınar

Namık Çınar
1949'da Tekirdağ'da doğdu. İlkokuldan sonra Selimiye Askeri Ortaokulu, Erzincan ve Kuleli Askeri Liseleri, Kara Harp Okulu ve Piyade Okulu'nda okudu. 12 Mart'ta teğmenken komünistlikle suçlanarak ordudan atıldı. Hakkında ceza davası açıldı. Genelkurmay Askeri Mahkemesinde yargılanıp aklanınca TSK’ya yeniden döndü. Fakat 12 Eylül rejiminin baskısıyla yüzbaşı iken istifa ederek ordudan tekrar ayrıldı. Ticaret yaptı. Subayken bir ara 'Sultanahmet İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde okudu. Halen 'İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi' öğrencisidir. Beş yıldır da TARAF'ta yazıyor, bağımsız bir yazar olarak birikimlerini bir görev bilinciyle aktarıyor.