Çarşamba , 13 Mayıs 2015
Anasayfa » Yazarlar » Başkanlık ve İslamcılık
Başkanlık ve İslamcılık

Başkanlık ve İslamcılık

Yakın zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhtarlardan başkanlık sistemine destek istediği bir konuşmasında, “Bizim genlerimizde başkanlık sistemi var. Tarihimizden gelen bir sistem var” ifadelerini kullanmıştı.

Ben bu sözleri duyunca, İslamcıların tarih ve din ilişkisine dair yaygın bir kanaatlerini anımsadım. İslamcılar, dinin özünün tarihsel ve mekânsal yorumlarla tahrip edildiğini; öze dönüş için de Kuran’ı temel alan bir yenilenmenin gerektiğini savunurlar. Erdoğan’ın tarihi öne çıkaran siyasal gerçekçiliği karşısında İslamcıların ne düşündüklerini merak ettim.

Yukarıdaki ifadeler, “tarihimiz aslında dinimizin özüyle uyumlu. İslam’ın siyasal anlayışı başkanlığı işaret ediyor” anlamına mı geliyor? Bu yorum karşısında İslamcıların ne düşündükleri önem kazanıyor. Eğer Erdoğan’ın yorumu kabul edilecekse, İslamcıların dinin yanlış yorumlarla tahrip edilmesinden tarihi sorumlu tutma tavrından uzaklaştıkları; tarihle barıştıkları ve bu anlamda muhafazakâr ideolojiye uyumlandıkları söylenebilir.

1980’lerin ikinci yarısından itibaren takip etmeye çalıştığım İslamcılık, özellikle Emeviler’den başlayarak, İslam’ın özünde yapılan tahribatları eleştirirdi. Hattâ Dört Halife devrinde dahi gözlemlenen kavmiyetçi, şahsiyetçi kavgaların eleştirildiğine de şahit olmuştuk.

Abbasiler döneminde Pers devlet geleneği ve onu besleyen sert ve keskin toplum hiyerarşisi belirleyici olduğunda, İslam’ın doğuşunda gözlemlenen, her Müslüman’ın ruhani eşitliğine dayalı adaletçi vurgunun gerilediğine şahit olunmuştu. Bundan sonra ortaya çıkan yönetim modelinin sultanizm olduğunu söyleyebiliriz.

İlginç olan, İslam’ın ideal siyaset anlayışının ne olması gerektiği konusunda önerilerde bulunan âlimlerin de siyasal gerçekçi analizler yaparak, sultanizmi kabullenen hatta yer yer olumlayan eserler vermeleriydi.

İlk yüzyıllarda halifelik kurumuna verilmek istenen denetim otoritesi, zamanla gerçekçi bulunmayarak, sultanın İslam adına merkeze çıkarılması ağırlık kazandı. Sultanda “sulta”, yani siyasi güç vardı ama en azından ulemanın da sultanı dinî otoritesi ve yetkinliğiyle denetleyebileceğine inanılıyordu.

Fakat Sünni siyasal pratiğinde, sultanların ulema tarafından denetlenebilmesinin yapısal imkânları oluşamadı. Devlet aklı, buna izin vermedi. Ulemanın devletten özerklik kazanmasıyla bir tür düalist yapı oluşabilseydi, ulema ve onun sözcülüğünü üstlendiği toplum kesimleri, sultanları denetleyebilecek bir zemine sahip olabilirlerdi.

Sünni siyasal pratiğinde olamayan şey, On iki İmam Şiiliğinde daha fazla gerçeklik kazanabildi. İran’da somutlanan Şii geleneğinde, devlet ulemayı kendi yapısı içerisine alarak yutamadı, memurlaştıramadı. Burada söylenmek istenen, şah ve Şii ulemanın sürekli çatıştığı değildir. Çatışma zamanlarında Şii ulemanın sığınabileceği toplumsal özerkliği mevcuttu.

Bu açılardan bakıldığında, Osmanlı devlet yapısı da sultanizm özellikleri gösterdi. Evet, padişahın halife sıfatı vardı ama halifelik, sembolik bir anlamın ötesine geçebilecek siyasal bir boyut barındırmıyordu.

Şimdi burada kaçınılmaz bir soru ortaya çıkıyor: İslamcıların, İslam’ın siyaset anlayışı dedikleri sistem, sultanizm midir? Veya onun bir başka örneği olmaya aday, “Türk tipi başkanlık sistemi” midir?

Eğer buna itirazları yoksa, dünyevi unsurlar barındıran tarihin, sırf tarih olması bakımından saygıyı hak ettiğine inanan muhafazakâr siyasal duruşla aynı yerde mi durmaktadırlar? Erdoğan’ın İslamcılığı “devlet geleneğimizle” barıştırma tavrı, Mannheim’in bir siyasal anlayışın “ütopyacı” enerjisini kaybederek, giderek “ideoloji” hâline gelmesi dediği dönüşüme örnek değil midir?

Bugün İslamcıların sözkonusu muhafazakârlaşma ve devlet geleneğine içerilme hamlesi karşısında bir alternatifleri var mıdır?

[email protected]

 

*

Not:

Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz:

http://arsiv.taraf.com.tr

Etiketler:

Hakkında Yüksel Taşkın

Yüksel Taşkın