Yaz tatilinde Türkiye’deydim ve yıllar sonra ilk kez Türkiye’de konsere gittim. Sanatçı Sezen Aksu, mekân Bodrum antik tiyatrosuydu. Abuk sabuk izleyicisine rağmen, Sezen Aksu’nun şarkılarını dinlemek çok keyifliydi. Konserin başında Aksu “Vallahi şarkı söylemekten daha çok sizi güldürmeyi seviyorum” dedi. Nedense koskoca konserden aklımda o laf kalmış.
Çünkü gülmek, güldürebilmek, güldürürken düşündürmek kadar müthiş bir başka yetenek yok bence.
Mesela Türk halkının mizah anlayışı Amerika’da yoktur.
Cem Yılmaz Amerika’daydı geçen aylardan birinde, bir saat gülmekten yüzüm kırışacak sandım. Eve gidene kadar yanaklarıma masaj yaptım, o kadar ağrımıştı yüzüm yani gülmekten.
En çok takdir ettiğim de insanların kendi kendileriyle dalga geçebilmeleri. Her kasvetli ânı bile mizaha döküp hem özeleştiri yapabilmeleri hem de ders çıkarabilmeleri.
Eleştiri kabul etmeyen insanları hiç sevmem mesela. Yahu, yanlışsan yanlışsın işte. Direnmenin, savunmanın anlamı ne? Yanlış değil de yanlış anlaşılmışsan, yine de direnme. Bırak herkes istediğini düşünsün, gücenip bozulmak da niye?
İslam konusunda en ufak bir mizahı dahi kabul edemeyen insanlar işte böyle içleri kuru, akılları dar, insanlıkları noksan insancıklar bence.
Haftalık bir mizah dergisinin yayınladığı kimine göre komik, kimine göre gurur kırıcı ama her hâlükârda düşündürücü karikatürler, 12 insanı öldürecek kadar insanlıktan çıkmaya değiyor mu?
Ya da mizah ortadan kalkınca, gülmek yasaklanınca cennetin kapıları mı açılacak?
Kimin hakkını kime karşı koruyorsun? Fransa’da, Avrupa’da, Amerika’da yaşayan Müslümanlar, Batı dünyası Hazreti Muhammed’i ya da İslam dinini irdelemeyi bırakınca daha saygın bir mertebeye mi ulaşmış olacak?
Eleştiriden bu kadar korkmak, bir şeyleri bilerek yanlış yaptığını kabul etmek anlamına geliyor. İfade özgürlüğünden bu kadar nefret etmek, söylenen söze karşılık verecek akla sahip olmamak anlamına geliyor.
Demokrasi kültürünün sosyal gelişimini tamamlayamadığı ülkelerde, ifade özgürlüğüne karşı olan insanları ya da liderleri analiz etmek daha kolay. “İfade özgürlüğüne saygısı yok,” diyorum “çünkü beyninde böyle bir kavram yok.” Türkçe karşılığı olmayan yabancı kelimeler gibi.
Bir ülkenin lideri, düşüncesini, yazdığını, çizdiğini beğenmediği kişileri hapse atıyorsa, ya da aydınlar faili meçhul cinayetlere kurban gidiyorsa bir memlekette, balık baştan kokar misali, halkın da kendi arasında birbirine saygısızca davranmasını anlarım.
Ama Fransa öyle mi? Fransız liderler öyle mi? Fransız anayasası öyle mi?
Memlekette yaşayan Müslümanların sayısı tam olarak bilinemiyor, çünkü nüfus sayımlarında ırk ya da din sormak anayasa tarafından yasaklanmış! Yani kanunlar açısından o kadar saygılı. Sadece düşünceye değil, ibadetin mahremiyetine de.
Fransa gibi bir ülkede doğan, büyüyen, okuyan çocukların demokrasi kavramına yabancı olmaları için, dahası karikatür çizdi diye adam öldürebilmeleri için sistemin başka bir köşesinde hata aramak lazım.
Bu hata ister Fransa’daki Müslümanlar’a karşı takınılan dışlayıcı tavırda olsun, ister radikal İslamcı örgütlerin gençlere yönelik beyin yıkama operasyonunda olsun, ilgi görmek, dikkat çekmek ya da saygınlık kazanmak çabasında olsun, (uzmanlar tartışsın) yerde yaralı yatan, elleri havada bir insanı geri dönüp kafasından vurarak öldürmenin hatası anne karnında aranmalı bence.
Stephen King’in, Lisey’nin Hikâyesi adlı romanında sıradan insanların sahip olduğu “bad-gunky” yani bir nevi “şeytansı içgüdü”den bahsediliyor. Gayet düzgün, akıllı, ailesine karşı sevgi dolu karakterler bir anda şeytansı içgüdülerle akla sığmayacak hareketlerde bulunuyor, kendilerine ve başkalarına zarar veriyor.
İşte yaralamakla yetinmeyip ille de öldürmek böyle olsa gerek. İslam, din.. falan değil, şeytansı bir içgüdü…
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: