
Bir gün her canlı reisi tadacaktır
Güzel Türkiye’mizde seçim çalışmaları gibi rant çalışmaları da son hızla ilerliyor. Yapılan çekilişle bu dönemin şanslı bölgesi 654 yıllık Kapalıçarşı oldu. Yeni Han, Çukur Han, Ambar Han gibi yapıların da bulunduğu 1734 han otele ve AVM’ye dönüştürülecek. Üstelik olayın daha da trajiği bu bölgede yer alan pek çok yapının Reza Zarrab’ın olacağı iddiası.
Üç otuz paraya kiraladıkları küçük dükkânlarında halı, çay, boncuklu terlik, fes satan Kapalıçarşı esnafı dertli. Kendileri dükkânlarından çıkmamak için direniyor, halkı da bu haksızlığa karşı kendileriyle dayanışmaya çağırıyor.
Açıkçası bu çabalarını kahkahalarla izliyorum. Ne alaka? Niye onlar için direnelim ki?
Geldiğimiz noktada nihayetinde kendi cehaletlerinin ve öngörüsüzlüklerinin kurbanı oldular. Şimdi mağduriyet sırası onlarda.
Çünkü artık arşivler halka açık. Sosyal medya dediğimiz bir şeyin gücü var. Bundan iki yıl önce yaptıkları açıklamalar, Gezi olaylarına karşı takındıkları tutum ortada. Bir tık uzağımızda. Hepimiz bunları okuduk, bütün söyledikleri hala ezberimizde. Tüm şehir Taksim’in ortasında herkesin kullanımına açık, sadece kentli bebelerin değil kendi eşlerinin, çocuklarının da hava aldığı, yürüyüş yaptığı bir parkın AVM’ye dönüşmemesi için gaz yiyip, sokaklara dökülmüşken Kapalıçarşı esnafı işlerin bozulduğundan, bu eylemlerin onları kötü etkilediğinden dem vurup aba altından sopa gösteriyordu.
İşte o sopa iki yılın ardından şimdi onları dürtmekte.
Hani nerede o Ahi’lik geleneğinden gelen esnaf? Nerede o Alperenler? Nerede o evlerinde zor tutulan meşhur yüzde elli?
Güçleri sokaktaki çapulculara yeten, köşe başlarında kıstırdıkları çocukların üstüne beşerli onarlı atlayıp döven, karanlık köşelerde sopalarıyla, satırlarıyla, döner bıçaklarıyla pusuda bekleyenler nerede?
Buyurun dayanışın baş başa.
Üstelik hâlâ o kadar kibirli ve kendi dertlerine odaklanmış durumdalar ki birlikte direnmeyi bile sadece onlar için yapılması gereken bir eylem sanıyorlar. Kendi dükkânlarından polis zoruyla çıkarılırken aynı zaman diliminde Beyoğlu’ndaki Laterne Kafe’nin sahipleri de aynı şekilde polis zoruyla dükkânlarından atılıyordu. Sahibi sinir krizi geçirirken içlerinden bir tanesi bile orada yoktu.
Cehaletlerine üzülmüyorum, sadece acıyorum. Sandılar ki bu devran hep böyle devam edecek. Kendilerini güce ve paraya ne kadar yaslarlarsa o kadar daha rahat edecekler. Kendi rahatlarını bozacak, düzenin karşısında yer alan her şeye karşıydılar, şimdi de kendileri o karşı tarafta yer aldı. Aynı polisle. Aynı zorbalıkla. Aynı gazla. Aynı copla.
Sandılar ki kimseye karışmadan oylarını atmaya devam edip, emir geldiğinde sopalarını alıp sokağa çıktıkları sürece onlara bir şey olmaz. Aynı davanın adamları oldukları sürece orada oturmaya, bu devasa pastadan yemeye devam ederler.
İşte yanıldıkları nokta da tam olarak buydu. Çünkü bu rant çukuru o kadar büyük ve o kadar gözü dönmüş ki, kendilerini, küçük esnafı, Alperenleri çok aşıyor.
Bu puzzle’da Kapalıçarşı’nın esnafına sadece kendilerine biçilen rol kadar yer düşüyor. Rollerin bittiği anda sahneden polis zoruyla atılmak onların da kaderinde var.
Kapalıçarşı esnafının başına gelen bu durumun aynısının şimdi Tophane’nin ve Kasımpaşa’nın başına gelmesini heyecanla bekliyorum. Onlar da aynı yanılgı içindeler. Galataport ya da tersane projesi yapıldığı zaman barınaktan bozma dükkânlarının önünde portakal suyu satmaya devam edip hayatlarını geçirebileceklerini sanıyorlar. İnş.
Sıradaki istek rantımız da onlar için gelsin.
Farkında değiller ama öğrenecekler.
Bir gün her canlı reisi tadacaktır.
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: