
Birkaç şehir notu
YÜRÜYEN merdiven metro girişine doğru iniyor.
Ben de reklam panolarına göz atıyorum.
Daha doğrusu, bu istasyonda ağırlığı oluşturan konser afişlerine bakıyorum.
***
YAŞADIK, Goran Bregoviç İstanbul’a geliyormuş.
Kendi tanımıyla “ebedi Yugoslav”… Senin deli tınılarını ne kadar çok severim!
Hem Balkanlı, hem evrensel, imkânım olsa da şu şen şakrak Cenaze Orkestra’nla gömülmeyi vasiyet etsem…
Tekrar yaşadık ki, “Bum, bum, bum / Ka-laş-ni-kov, Ka-laş-ni-kov, Ka-laş-ni-kov!”
***
KÜBA’nın Buena Vista Social Club’ü de “adios” turnesi için arz-ı endam ediyormuş.
Buyursunlar ama açık söyleyeyim. Kendi hesabıma, gitmem.
Hayır, sonsuz meşru ve sonsuz ahlaki anti-komünist ilkeselliğimden dolayı değil!
Müzik müziktir ve varsın Fidel sırf döviz bezirgânlığıyla grubu sahneye sürmüş olsun.
Gitmem, çünkü Social Club üyelerinden çoğu zaten hanidir hakkın rahmetine kavuştu.
Gerisinin de âhı geçti ve vâhı kaldı.
Cızırtılı ritimler ve akortsuz sesler için çöpe atılacak param yok!
***
METRONUN karnı merdiveni yutmaya devam ediyor ki, Jan Garbarek beliriyor.
O da konser verecekmiş. Burada iş farklı… Norveçli sihirbazı asla kaçırmak istemem!
Gerçekten Avrupaî cazın yaratıcısı İstanbul’da saksafon üfleyecek de, zaten daha önce kaç defa izlemiştim diyerek onu tekrar sahnede dinlemeyi es geçeceğim… Mümkün değil!
İki elim kanda olsa ve kredi kartı borcu üç sıfırlara ulaşsa, ne yapıp yapıp gideceğim.
***
KEYFİMİZ yerindeydi, akşam aperatifi için de bizim semtteki barlardan birine gittik.
Gariptir, bu mekân ilk günden beri bana yukarıdaki Goran Bregoviç’in de şehri olan ve savaş sırasında Saraybosna’yı her ziyaretimde daima yerleştiğim Café Lola’yı hatırlatıyor.
Ama burası Boşnak kentindekiyle karşılaştırılmayacak ölçüde tıklım tıklım doluyor.
Cıvıl cıvıl gençlerle doluyor ki, aslına bakarsanız yaş itibariyle Karolin de, ben de fena hâlde sırıtıyoruz. İtirafta sakıncası yok, ayan beyan “moruk” kaçıyoruz.
Hattâ benden başka rakı içen olmadığı ve o gençler ancak bira, en kabadayısı şarap ısmarladığı için, buz attığımda kadeh renk değiştirince bayağı bayağı utanıyorum.
Olsun. Kimseyi rahatsız etmediğimize göre hem sözkonusu müşterileri, hem de duvarlara yapıştırılmış bin bir konser afişini gözlemlemek sonsuz hoşuma gidiyor.
***
AFİŞLERDE de ne yok ki! Yine yaş icabı ben o musiki türlerine yabancı olduğum için kim kimdir bilmiyorum ama oğullarıma sorarsanız dünyanın en ünlü, en yeni ve en moda rock, hard rock, şanson, etnik müzik vs. grup ve solistlerinin İstanbul konserleri yer alıyormuş.
Nereden nereye?
Daha önce bütün kültürel açılardan gayet taşralı, gayet fukara, gayet kabız olan ve her hâlükârda da evrenselliğe upuzak düşen bu şehir artık diğer dünya kentleriyle başa güreşiyor.
Konserlerden konser, sergilerden sergi ve festivallerden festival beğen!
Fakat tabii ki epeydir böyle büyüdüğü, dolayısıyla da bunu normal karşıladığı için dev sıçramanın ne anlama geldiğini yukarıdaki cıvıl cıvıl gençlik fark edemiyor ve edemez.
Şaşırmak için genç barlarda hâlâ rakı içen o “moruk kuşağa” ait olmak gerekiyor.
İşte metronun karnı yürüyen merdiveni yutuyor ve Goran Bregoviç, Buena Vista Social Club, Jan Garbarek vs. her evrensel istasyonda yine evrensel trene biniyor.
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: