Salı , 2 Haziran 2015
Anasayfa » Yazarlar » Cannes’dan İstanbul’a Küçük Prensler
Cannes’dan İstanbul’a Küçük Prensler

Cannes’dan İstanbul’a Küçük Prensler

 

 

Cannes’dan döner dönmez, Türkiye politikasının ortasında buluverdim kendimi. Hoş, orada da ülkemde olup bitenlerden uzak değildim, internet sağolsun. O kadar ki, internet sansürü orada da yakamı bırakmadı. Paylaştığım bir haber facebook’un timeline’ına yansımayınca, bunu sayfamda ve twitter’da protesto ettim. Sonuç… birkaç dakika içinde haber, sayfamdan da uçuverdi. Böyle bir sansüre başka hangi ülkede rastlanır acaba?

Komşu bir ülkenin isyancı gruplarına silah gönderirken yakalanan devlet görevlilerinin serbest bırakılıp, yakalayanların tutuklandığı, bu konuyu haber yapan gazeteciler için terör suçuyla dava açıldığı, ‘tarafsız’ Cumhurbaşkanı’nın Fetih kutlaması adı altında seçim propagandası yaptığı başka bir ülke var mıdır dünya üzerinde?

Kuşkusuz, başka ülkelerin de sorunları var. Cannes’da izlediğim filmlerin bir kısmı, dünyada olup bitenlere ayna tutuyordu. Romanya’dan İran’a. Kolombiya’dan Sri-Lanka’ya, Filipinler’den Balkanlar’a dünyanın dört bir yanındaki haksızlıklara, toplumsal- siyasal sorunlarına tanık olduk. Bu tabloda, sinemamız iki filmle temsil ediliyordu. Quenzaine des Realisateurs (Yönetmenlerin Onbeş Günü) bölümünde yarışıp, Avrupa Sinemaları Ödülü’nü kazanan Deniz Gamze Ergüven’in “Mustang”ı ve Kısa metrajlı filmler yarışmasına seçilen Ziya Demirel’in “Salı”sı, ülkemizdeki erkek egemen ideolojiyi gençlerin bakış açısından irdeleyen filmlerdi.

Ama bunlar yeterli mi? Cannes’da izlediğimiz filmler, dünya sinemalarının bugünkü düzeyi ile sinemamızın son dönem ürünlerini karşılaştırma olanağı verdi. İster istemez şu soruyu sordum kendi kendime; toplumsal- siyasal ortamı böylesine çalkantılı, böylesine sorunlarla dolu bir ülkede sinemacılar görevini yeterince yapıyor mu? Toplumumuzun çelişkileri yeterince yansıyor mu beyaz perdeye?

Ne yazık ki, bu sorunun cevabı pek olumlu değil. Sinemamızda üretim nicelik açısından hızlı bir yükseliş gösterirken, nitelik açısından pek umut vermiyor. Genç sinemacılarımızın önemli bir bölümü, pazarda kendilerine bir yer açma telaşına düşmüş; romantik komediler ve korku filmleri gibi hazır reçetelerin peşinde… Cannes’a seçilen genç yönetmenimizin Fransa’da okumuş olması ve Türkiye pazarının koşullandırmalarından uzak kalmış olması bir rastlantı değil herhalde.

Sinemamızın genç yönetmenlerinin şaşkınlığı ve/ya da çaresizliği nedensiz değil elbette. Sinemaya sağlanan devlet desteğinin giderek siyasal rejimin gölgesi altına girmesi, hortlayan sansürcü anlayış ve dağıtım alanındaki tekelleşme süreci hiç kuşkusuz sinemacılarımızı umutsuzluğa düşürüyor. İyi de, sanatçı hoşnutsuzluğunu sanatına yansıtma cesaretini gösteren kişi değil midir; koşullar ne denli olumsuz olursa olsun…

Aklıma, “Küçük Prens”in kahramanlarından kırmızı tilkinin şu cümlesi geliyor: “İşte sırrım, çok basit: En iyi yüreğiyle görebilir insan. Gözler asıl görülmesi gerekeni göremez.” Acaba, yüreği ile görmeyi unuttu mu sinemamız? Yılmaz Güney’in bu değerli mirasını unuttu mu?

Cannes’da izlediğimiz filmler arasında, yarışma dışı sunulan Mark Osborne’un “Küçük Prens”ini (Le Petit Prince) beğenmedim. Antoine de Saint-Exupery’nin şiirsel dilini yansıtmaktan uzaktı. Festivale gitmeden hemen önce İstanbul’da izlediğim “Küçük Prens Bana Dedi ki” oyunu bu açıdan çok daha başarılıydı. Ali Poyrazoğlu, Exupery’den yola çıkarak yeniden yazdığı oyunda, “Küçük Prens”in naifliğini, cesaretini ve umudunu çok iyi yansıtıyordu. Kendisi de –kitabın kahramanı/ Poyrazoğlu’nun anlatıcısı gibi– bir pilot olan Exupery’nin yaşamı ile yazdığı metin arasındaki ilişkileri (Exupery’nin karısı ile Küçük Prens’in gülü gibi) oya gibi işlemiş, dekor ve kukla tasarımının, Bülent Kayabaş’ın ve diğer oyuncuların da katkısıyla seyrine doyum olmayan bir oyun yaratmıştı Poyrazoğlu; çocuklar kadar büyüklerin de ilgiyle izlediği…

Küçük Prens’in yolculuğu sırasında karşılaştığı, bir gezegende tek başına yaşayan kral (Poyrazoğlu, onu Padişah yapmış), tüm gezegene hükmettiğine inanıyordu. Bu krallara geçit vermemek için ne yapacağınızı biliyorsunuz herhalde… Bilmiyorsanız, ‘Gezi’nin küçük prensleri’ne sorun.

[email protected]

 

Etiketler:

Hakkında Vecdi Sayar

Vecdi Sayar