Türkiye sıradışı günler yaşamaya bütün hızıyla devam ediyor. Siyasi alanda öyle olağandışı ve şiddetli gelişmeler oluyor ki, bu gelişmelerin ekonomik, toplumsal ve hatta bireysel alanlarda da etkisini göstermemesi neredeyse imkânsız hâle geliyor.
Birarada görülmesi daha önceden tahayyül dahi edilemeyecek insanlar ve gruplar biraraya gelebilirken, ayrı düşmesi mümkün görünmeyen insanlar ve gruplar arasında uçurumlar ‘inşa’ ediliyor.
Dindar kimlikleriyle bilinen bazı insanlar, ülke tarihinin neredeyse en hukuksuz ve usulsüz işlerine imza atarlarken, ahlakı savunmak ‘neredeyse yalnızca’ gayrimüslimlere ya da seküler yaşam tarzını benimseyen müslümanlara kalıyor. Bununla birlikte inançsızlık, özellikle bazı gençlerde, yeni bir cazibe merkezi hâline geliyor.
Sayılabilecek çok sayıda yeni gelişme arasında bugünlerde daha da fazla dikkat çeken bir tanesi var ki, konuyu takip edenler açısından oldukça ilgi çekici.
Gülen Cemaati, kendi tarihinde ilk defa bu kadar büyük çapta bir organizasyonla meydanlarda, özellikle de Çağlayan’daki Adalet Sarayı önündeki meydanda protesto eylemleri düzenledi.
Eskiden beri siyasi iktidarlarla sorunsuz bir ilişki geliştirmeyi prensip olarak benimsemiş, geçmişinde hiç sokağa çıkmamış, sloganlı sokak ya da mekân işgali eylemlerinden özellikle kaçınan Gülen Cemaati müntesipleri ve sevenleri, büyük bir organizasyonla gece- gündüz demeden eylemler yaptılar.
Cemaat kendi tabanıyla birlikte ilk defa eylem yaptı, ilk defa pankartlar taşıyıp sloganlar attı, ilk defa otoriteye bu şekilde ses çıkardı, ilk defa iktidardaki siyasi partiyi ve bazı devlet kurumlarını yüksek sesle eleştirdi, ilk defa görünür olma endişesinden uzak bir şekilde büyük bir sayıyla kameralar karşısına çıktı, ilk defa mağduriyetini dile getirmek ve hakkını savunmak için meydanlarda toplandı.
Sadece Çağlayan ve Vatan’la sınırlı kalmayıp ülkenin diğer çok sayıda şehrinde de düzenlenen bu eylemler zinciri, Türkiye siyaseti ve bilhassa Gülen Cemaati için çok büyük ve sıradışı bir olaydı. Aynı zamanda, Türkiye’nin siyaset ve sosyolojisini çalışan araştırmacılar için de önemli bir gelişme, verimli bir “saha”, ve aynı zamanda kaçırılmaması gereken bir ‘fırsat’ idi.
Türkiye’deki dinî gruplar ve müntesipleriyle iletişime geçip belli bazı konularda düşüncelerini almak, kimliklerini saklama telaşı olmadan fikirlerini rahatlıkla paylaşabilmelerini sağlamak, bir sosyal bilimci için her zaman kolay ve mümkün değil.
Her ne kadar resmî kurumları aracılığıyla kurumsal düşüncelerine ulaşabilmek açısından Gülen Cemaati görece daha şeffaf gruplar arasında olsa da, ülkede onyıllardır dinî gruplar üzerine uygulanan baskıcı politikaların bir sonucu olarak, özel alanlarına girip araştırma yapmak, gündelik hayatlarına tanıklık etmek, Cemaat’in gönüllüleriyle ve bilhassa aktif müntesipleriyle bire bir görüşebilmek, mümkün olsa da, pek kolay değil.
O yüzden bu eylemler, konuya ilgisi olan herkes için, Cemaat’in aktif üyeleri ve sevenleriyle yakın temas kurma, çok çeşitli konularda fikirlerini alma, sosyal ilişkilerini gözlemleyebilme gibi çeşitli imkânlar sundu.
Benim için ayrıca, Gezi Parkı protestosunu da iki hafta boyunca gözlemleme ve eylemcilerle söyleşiler yapma imkânı bulduğum için, bu iki eylemin benzerliklerini ve farklılıklarını değerlendirme olanağı sağladı.
Neden daha önce hiçbir eyleme katılmadılar? Daha önce bu tür hareketlere karşı çıkarken neden ilk defa şimdi böyle bir eylem organize ettiler? Başkalarının mağduriyetleriyle ilgili ses çıkarmadıklarına dair eleştirilere ne diyorlar?
Bu ve başka sorulara verdikleri cevapları, sahada yaptığım gözlem ve görüşmelere dayanarak haftaya sunmaya çalışacağım.
Twitter: @emrahce
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: