Çarşamba , 13 Mayıs 2015
Anasayfa » Yazarlar » Davutoğlu’nun trajik dönüşümü
Davutoğlu’nun trajik dönüşümü

Davutoğlu’nun trajik dönüşümü

Türkiye iç politikası üstüne yazmak kadar iç karartıcı bir şey yok bu sıralar. Siyaset zaten başlı başına kişinin samimiyetsizlikle imtihanı gibi. O nedenle memleketimizde siyaset öncesi ve sonrası diye ayırabileceğimiz bolca insan modeli bulunuyor.

Davutoğlu örneğine kadar naçizane bendeniz siyasi düşkünlüğünün birikimsizlikle doğru orantılı olduğunu düşünürdüm. Ezberi kuvvetli Erdoğan’ın bağıra bağıra şiirler okuması çok doğal geliyor. Benzer şekilde Süleyman Demirel’in köylü özlü sözlerini kendi siyaset mühendislik alanında kullanması hiç de yadırgatıcı kaçmıyordu. Bülent Ecevit şiir yazar, Tagor çevirir, aynı zamanda siyasetin dikenli yollarında kendine bir yol açarken iç ve dış dünyası ne kadar birbirine zıt gözükse de eğreti durmazdı. Çünkü Bülent Bey hiçbir zaman kimseye doğrudan hakaret etmez, hakaret etmeyi maharet saymazdı. Dünyanın gelmiş geçmiş en efendi siyasetçisi olduğunu iddia ettiğim Erdal İnönü bir kere bile en büyük rakibi Turgut Özal’ın kişiliğine ve ailesine yönelik bir söylemde bulunmamış, tersine o kalender hâliyle ANAP’ı yerle bir etmişti 1989 seçimlerinde.

Gelelim Davutoğlu’na; entelektüel birikimi, akademik geçmişi sorgulanamayacak birinin, başbakan olarak atanmasının ardından bu denli bir dönüşüm geçirmesi akıl alacak gibi değil. Geçen gün sevgili Sezin Öney’in Twitter’deki bir değerlendirmesinde gördüm, hafta sonu AKP olağan kongresinde ihanet çetelerine yüklenmiş “Hoca”. Bu derece basite indirgeyen, bizler ve onlar ayrımını sürekli yineleyen, uyduruk bir tarihten bahseden Davutoğlu kendisine geçer not vermek zorlanırdı gibi duruyor.

Peki, nedir koskoca profesörü kişilik bölünmesine iten? Bunca makale yazmış, dünya görgüsü olduğu iddia edilen orta yaşta, munis biri nasıl olur da kendine hiç de yakışmayan bir şekilde başı sonu belli olmayan laflar eden saldırgan bir insana dönüşür? Psikanalizle aranız nasıl bilmem ama, Freud olsa bu soruyu Davutoğlu’nun yıllar yılı baskıladığı, eğitim ve okumayla kontrol altına almaya çalıştığı yok etme (thanatos) güdüsünün kendisine tepside sunulan başbakanlık koltuğuyla bir an yüzüstüne çıktığını söyleyerek yanıtlarmış gibi geliyor. O çelebi, o efendi, o sakin görünüşünün altında karşısındakinin gözünün yaşına bakmadan yok etmeyi arzulayan bir kaplan yatıyormuş meğerse.

Benim kişisel tahminimse çok daha vasat. Davutoğlu bir anda kendini başbakanlık koltuğunda bulunca, kendince RTE’nin yokluğunda boşluğunu doldurma kaygısına kapıldı. En akılcı yöntem olarak da RTE’nin saldırgan söylemini bire bir sürdürmeyi belirledi. Sonuçta kendisi de gayet iyi biliyor ki yüksek ihtimalle zoraki başbakanlığı haziran ayına kadar sürecek; o nedenle önümüzdeki dört aylık süreçte RTE’nin söylemiyle AKP’nin dümenini belli bir rotada tutmayı umuyor. Sanıyor musunuz ki haftasonu kongre salonunu dolduran delegeler Davutoğlu’nun engin karizması karşısında eriyip bitiyorlar. Uzun lafın kısası herkesin sonunu bildiği bir trajedi oynanıyor. Bu trajedinin yönetmeni RTE, başrol oyuncusuysa Davutoğlu. “Hoca”nın elinden kendisine verilen metni oynamaktan başka bir şey gelmiyor.

@UlasDogaEralp

 

*

Not:

Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz:

http://arsiv.taraf.com.tr

Etiketler:

Hakkında Ulaş Doğa Eralp

Ulaş Doğa Eralp