Pazartesi , 25 Mayıs 2015
Anasayfa » Yazarlar » Demokrasiler ve diktatörlükler
Demokrasiler ve diktatörlükler

Demokrasiler ve diktatörlükler

Biz gene, sevgili dostlarım, şu küçücük yerimiz el verdiği nispette ve öyle bilgiçlik falan da taslamadan, “Diktatörlüğün ve Demokrasinin Toplumsal Kökleri”ni ufak ufak eşelemeyi sürdürelim, istiyorum.

Ama önce, internete girip de bir önceki yazıma şöyle bir göz atmanızı diliyorum.

Sanayi öncesi dünyadan çağdaş dünyaya geçişte kimi toplumlar, başlıca üç yol izlediler:

Toprak sahibi aristokratlığın ve köylülüğün ürettiği geçmişe özgü değerlerin engelleri aşılırken;

İlk olarak,

ya burjuva sınıfının, diğer bütün kesimleri İngiltere’deki gibi kendiliğinden rızayla, ya da Fransa’daki gibi tepeden inmecilikle dönüştürdüğü bir “Demokratik Kapitalizm”le;

ikinci olarak,

toprak üzerinde, tasfiyesi kolay görünmeyen bir senyör mülkiyetinin hâkim olduğu Almanya ve Japonya’daki gibi hâllerde, devlet erkinin de ortak çıktığı, zora dayalı bir “Faşizan Kapitalizm”le;

ve son olarak da,

Rusya ve Çin örneklerinde gördüğümüz üzere, kentli sınıfların küçük ortak bile sayılamayacak kadar cılız kaldığı, köylülüğe dayalı bir “Komünal Kapitalizm”le;

tanıştılar.

Bu üç kategorinin dışında kalan ve toplumsal dinamikleri modernitenin yanından bile geçmeyen üçüncü dünyacılar, ama özellikle de İslâmi toplumlar, sanayi devriminden beri bulamadıkları çözümü o günden bu yana hâlâ dinsel paradigmalarda arar dururlar!

Hâlbuki çağdaşlaşmak, binlerce yıldan beri süregelen din bazlı sistemlerden palamarları çözerek kurtulmak suretiyle, toplumları endüstriyel üretim esaslarına göre yeniden yapılandırmaktan başka bir şey değildi.

Ne ki, onlar değişimin bizatihi bu olduğunu dahi hiçbir vakit anlayamayacaklardır.

Eğer tarihsel olarak bu değişimi sırtlayıp götürecek evsafta bir toplumsal sınıfı haiz değilseniz; ya katı laikçi sivil-asker bürokratik seçkinlerin, yahut da bugün olduğu gibi o sahipsizliği fırsat bilerek “kimsesizlerin kimiyiz” diye ortalığa atılan popülist bir dinsel siyasetin ilaçlı gazozuna müstahak olursunuz ki, ruhunuz bile duymaz.

Bizim bugün ve öteden beri yaşadıklarımız hep bu minvaldedir!

Ancak, belki Japonya’nın da, fakat özellikle Almanya’nın, iki kez yıkıldığı dünya savaşlarından sonra, totaliterlikten vazgeçerek demokrasi nabzının diğer Avrupa ülkelerindeki gibi atmaya başlamasını nasıl açıklayacağız?

Bana kalırsa bu gene, geçen yazıda işlediğimiz “Kamu Sermayesi” ile “Özel Sermaye” arasındaki dağılımda yatar.

Zira dünya savaşlarından sonra özel servet, Avrupa genelinde yeniden oluşmuş; bu kervana Almanya da katılmıştır.

Yeri gelmişken şimdiden söyleyelim ki, bizdeki Osmanlı’dan beri ve hâlen süren kamu mallarının peşkeş çekilmesini bu işlerle karıştırmamak lâzımdır.

Bizde olan, yan gelip yatma rantının merkezden tahsisidir.

Avrupa’daki ise, yan gelip yatmanın kitlelerce tasfiyesidir.

Fakat inkâr edemeyeceğimiz bir gerçek de şudur ki, Alman modeli gene de bir “Ren Kapitalizmi”dir.

Anglosakson “piyasa kapitalizmi”nden farklı şekilde, özellikle yeniden inşa sürecini ifade eden savaş sonrası “Alman Mucizesi” döneminde, kolektivist bir maddiyatçılık değil ama sosyolojik olarak “Paylaşımcı Toplumsal Mülkiyet” davranış kalıpları sergilenmiş; meselâ şirket yönetim kurullarına sadece hissedarlar değil, çalışanların, eyaletlerin, tüketici ve çevre koruma birliklerinin temsilcileri de katılarak, alınan kararlarda toplumsallık sağlanmıştır.

İşte o yeniden inşa döneminde yıllık milli gelirin üçte ikisi kadar olan “Özel Servet”e oranla üçte birlik “Kamu Serveti”, bugün itibariyle artık sıfıra yakındır.

Bu da, Almanya’da özel servetin artması ile Almanya’nın demokratikleşmesi arasındaki bağı gösterir.

Diktatörlüğe heveslenen karikatür gibi adamların panzehri; bireylerin, özgürlükleri uğruna savaşacak kadar zenginleşmeleriyle kaimdir.

Bizdeki kimi gayretler ise, Orhan Veli’nin kelimelerle gülümsettiği düzeydedir:

İlk yemişini bu sene verdi,

kızılcık,

üç tane;

bir dahaki seneye beş tane verir;

ömür çok,

bekleriz;

ne çıkar?

İlâhi kızılcık!

[email protected]

twitter@cinarnamik

 

*

Not:

Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz:

http://arsiv.taraf.com.tr

Etiketler:

Hakkında Namık Çınar

Namık Çınar
1949'da Tekirdağ'da doğdu. İlkokuldan sonra Selimiye Askeri Ortaokulu, Erzincan ve Kuleli Askeri Liseleri, Kara Harp Okulu ve Piyade Okulu'nda okudu. 12 Mart'ta teğmenken komünistlikle suçlanarak ordudan atıldı. Hakkında ceza davası açıldı. Genelkurmay Askeri Mahkemesinde yargılanıp aklanınca TSK’ya yeniden döndü. Fakat 12 Eylül rejiminin baskısıyla yüzbaşı iken istifa ederek ordudan tekrar ayrıldı. Ticaret yaptı. Subayken bir ara 'Sultanahmet İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde okudu. Halen 'İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi' öğrencisidir. Beş yıldır da TARAF'ta yazıyor, bağımsız bir yazar olarak birikimlerini bir görev bilinciyle aktarıyor.