Pazartesi , 1 Haziran 2015
Anasayfa » Yazarlar » Demokrasiye daha kaç fırın ekmek ister
Demokrasiye daha kaç fırın ekmek ister

Demokrasiye daha kaç fırın ekmek ister

Doğulu olmak demek, ister Müslüman olsunlar ister Ortodoks Hıristiyan, bu kapsama giren toplumlar 18. yy. sonu itibariyle bir yanardağ gibi patlayan Fransız Sosyal Devrimi ile onu izleyen İngiliz Sanayi Devrimini nasıl ıskaladılarsa; bu olguların günümüz süreçleri bakımından siyasal alandaki izdüşümleri olan Demokrasiyi de aynı şekilde ıskalamaları demektir.

 

Lordun malikânesinde “emeğe dayalı kölelik” ya da “toprağa zorla bağlı bir serflik” yahut da “pazar için üretim yapan özgür köylülük” hâllerinden en beterlerini yaşamış bulunan bu doğu toplumlarının tarımsal çıkmazını kavramadan, bugünkü yaşananları anlamak da mümkün değildir.

 

Batı’nın, günü gelince tasfiye edeceği, halkı küçümseyen bir aristokrasisi vardı; ama Doğu’da böyle bir sınıf yerine, öykündüğü değişime Dolmabahçe’ye yeni saray yaptırmakla başlanacağını sanan ve buna gelinene kadar tahtında yüzyıllarca tıpkı bir köy ağası gibi bağdaş kurarak oturmuş sultanın kapısında, “kul olmak”tan ve zenginleşebilmek için de fırsatını bulunca kamu mülkünü “çalmak”tan öteye gidememiş bir sivil- asker bürokrasisi sözkonusuydu.

 

Bizde bürokrasinin halkı neden küçümsediğinin kökenlerine inilebilseydi, Batı’dakinin yerine ikame edilmiş yalancı bir aristokratlığa dayandığı görülürdü.

 

Hiçbir şey tabiatına uygun ve usulü dairesinde yaşanmamıştır.

 

Havaleli el arabalarında sokak sokak gezinerek bağırış çağırış satılan renk renk plastik kovaların, leğenlerin ve çamaşır mandallarının kimyasal plastiğini biz bulmadık ama çağdaşmış gibi görünen ilk naylon devleti biz kurduk.

 

O yüzden, kafası karmakarışık olmuş toplum, taşları yerine koymada hep biraz şaşıracaktır.

 

Bence bugün Erdoğan, bu toplumun tam randımanlı check-up değerlerine pek de aykırı düşmeyen bir simgedir.

 

Toplumun büyük gövdesiyle yakışmışlar ve örtüşmüşlerdir.

 

Zoraki bir Cumhuriyet dönemi, bu kesimler bakımından gerçekten de “reklam arası” bir mahiyette idiyse; “nerede kalmıştık” özlemlerinin Erdoğan’la yeniden yürürlük kazanması kadar doğal bir şey olamaz.

 

Ne ki bu istek demokrasiye dayanmamakta, meselâ özellikle sandığı sadece işlerine geldiği maksatlar ölçüsünde kullanmaktadırlar.

 

Zaten anlattığımız nedenlerle de demokrasi buralarda olsa olsa gülünç bir oyundur.

 

Zoraki Cumhuriyetçilerle, takiyeci dincilerin iyice kutuplaşma kavgasından bir demokrasi doğar mı?

 

Pek sanmıyorum.

 

Demokrasi doğacaksa, ancak bedeli ödenince doğacaktır.

 

Önümüzdeki seçimler, AKP’deki son dönem yalpalamaların yüzü suyu hürmetine yön değiştirse ne olur, değiştirmese ne olur?

 

Seksen senedir yönetildiğimiz, sosyoekonomik temellerle örtüşmeyen değerlere geri dönmek bize ne kazandıracaktır ki?

 

Küresel demokrasi, bir ara tüm İslâm dünyasına rol model olacağını umduğu Türkiye’nin, Erdoğan’ı test ettikçe, onlardan farklı olmadığını anlamış; Ortadoğu ülkelerinin ancak darbeci ordularla ve oligarşik bir sınıfla kontrol altında tutulabileceğine kanaat getirerek, Irak’ta yaptığı gibi fincancı katırlarını ürküttüğüne bin pişman, Mısır’daki General Sisi’yi, Suriye’deki eli kanlı Esed’i ehveni şer düzeyde de olsa yeniden tanımaya başlamıştır.

 

Uygar dünyanın, şimdiye kadar kullanmayıp varlığından bağımsız olarak hep bir koz niyetine el altında tuttuğu “Ermeni Soykırımı” meselesini bu safhada devreye sokmasını da, özellikle AB adaylığımızı biraz daha soğutmak istemeleri çerçevesinde anlamak gerekir.

 

Batı’dan kopmak isteyen Erdoğan içinse bu, canına minnet bir zokadır.

 

Çöl bedevilerinin ve Asya toplumlarının despot liderleriyle yan yana geldiğinde bir hısıma kavuşmuş gibi çehresini mutluluk kaplamakta, kendini onlarla daha iyi hissettiği yüzünden okunmaktadır.

 

Türk milleti genel olarak bu gidişe razı ise, önümüzdeki seçimin konjonktürün cilvesiyle bu sefer öyle değil de biraz böyle olması neye yarar?

 

Ben bakıyorum da, dört başı mamur çağdaş yaşam isteklisi bir toplumsal atardamar görmüyorum.

 

Olmayan bir şey o sandıktan nasıl çıkacak ki?

 

[email protected]

[email protected]

 

*

Not:

Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz:

http://arsiv.taraf.com.tr

Etiketler:

Hakkında Namık Çınar

Namık Çınar
1949'da Tekirdağ'da doğdu. İlkokuldan sonra Selimiye Askeri Ortaokulu, Erzincan ve Kuleli Askeri Liseleri, Kara Harp Okulu ve Piyade Okulu'nda okudu. 12 Mart'ta teğmenken komünistlikle suçlanarak ordudan atıldı. Hakkında ceza davası açıldı. Genelkurmay Askeri Mahkemesinde yargılanıp aklanınca TSK’ya yeniden döndü. Fakat 12 Eylül rejiminin baskısıyla yüzbaşı iken istifa ederek ordudan tekrar ayrıldı. Ticaret yaptı. Subayken bir ara 'Sultanahmet İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde okudu. Halen 'İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi' öğrencisidir. Beş yıldır da TARAF'ta yazıyor, bağımsız bir yazar olarak birikimlerini bir görev bilinciyle aktarıyor.