
Drama kraliçesi
İçimizdeki drama kraliçeleri… Onları iyi tanıyalım. Sahne sırası ona gelmesin ya da konunun ucu bir yerden ona dokunmasın kendini ortalara atmaya ve dövünmeye meraklı o kadar çok insan var ki.
Mesela Ahmet Şık. Mehmet Baransu tutuklandıktan sonra fırsat yine doğdu ve “Bay one man show” yeniden sahnede. Ne güzel demişler zamanında “Dokunma yanarsın” diye. Konu bir noktasından Ahmet Şık’a dokununca yanıyoruz. Baransu’nun tutuklanmasını bile yine onun travmaları üzerinden tartışmak zorundayız.
Yine attı kendini ortaya. Ben ben ben…
Ve yine ben.
En çok o acı çekti, en çok onun anlatacakları var, demokrasi ya da basın özgürlüğünden mi konuşmak istiyoruz o zaman önce onu dinlemek zorundayız… Sonra eğer fırsat kalırsa kendi naçiz fikrimizi belki ifade edebiliriz. Fikrimiz beğenilmezse de bu sefer Ahmet Şık, dolabından gizli kimliği olan bay had bildirici kostümünü giyip yine sahneye çıkıp fikirler düzeltiyor, yine acılarla ve travmalarla dolu hayatının dinlemekten artık bıktığımız bölümlerinden örneklemelerle karşımıza çıkıyor.
Mehmet Baransu’nun ardından Ahmet Altan harika bir yazı yazdı. Bu konudaki fikri en çok merak edilen insan çıkıp bununla ilgili bir açıklama yapıyor. Sorumluluk aldığını söylüyor, davayı açıklıyor… Kısaca herkesin anlatacaklarını duymak istediği tek adam bunu yapıyor ama yine burada da bir noktadan itibaren Ahmet Şık’ın acı dolu hatıralarını dinlemek zorundayız.
Ahmet Altan’ın ardından, Ahmet Şık cevap hakkının kendisinde (elbette ve sadece onda) olduğuna dair sarsılmaz inancıyla hemen okunamaz uzunlukta bir yazı yetiştirmiş. Üstelik iyi bir gazeteci midir bilmiyorum ama o kadar kötü bir yazar ki. Fırsatı buldu ya hemen oturup dört ciltlik bir demokrasi antolojisi döşenmiş. Atlayarak okumaya çalıştığında bile sonuna gelemiyorsun.
Ahmet Altan’ın yazısında Ahmet Şık’ın a’sı bile geçmiyor. Onu ima eden tek bir kelime bile yok. Kimse ona bulaşmak istemiyor, dokununca yanıyorsun çünkü. Be Ahmet Şık, bir dönüp kendine bak, sana ne oluyor acaba burada?
Sen Ahmet Altan’ın dengi misin?
Sadece iki yazıyı ardı ardına okuduğumuzda bile Ahmet Altan seni edebiyatıyla döver, kelimeleriyle ezer. İşte o yüzden iyi bir yazar, pek çok şeyden hâlâ daha güçlü. Ve öyle de kalacak. Üç kelimesi yan yana geldiğinde aradan geçen onca zamandan sonra gündemi yine o oluşturuyor, diğerlerine de onun ardından esen rüzgârın artıklarını toplayıp yelkeni şişirmek kalıyor. Kısıtlı kelime hazneleriyle de yelkeni ne kadar şişirebildikleri de tartışılır tabii. Ahmet Altan yazısında “O zavallı çocuklar, birkaç kuruş için bir hırsız çetesinin oda hizmetçiliğine soyundukları için hayat onlara alçaklıkla aptallıktan başka seçenek bırakmadı” gibi son zamanlarda okuduğum en güzel cümlelerden, en harika ayarlardan birine yer verirken Ahmet Şık’ın gelebildiği nokta “Hepinizin ellerine kan bulaştı” olmuş.
Üzücü bence biraz. Kendini küçük düşürüyor başka bir şey değil.
Başına gelenlerden dolayı Ahmet Şık’a biraz saygı duyuyorsam da bu rol çalma, hamamda en güzel ben bayılırım, sırayı da kimseye bırakmam seanslarıyla artık fenalık geçirttiği için onu da kaldırıp bir kenara bırakmaya karar verdim. Aptal mı değil mi bilmiyorum ama artık epey kullanışsız olduğu kesin.
Rahatlaması için kaç kişinin tutuklanması lazım, kesin sayıyı bilsek de ona göre davransak. İşte en çekilmezi de bu aslında: mağdurun zalimliği. İntikam obsesyonuyla yanıp tutuşurken, dünün mağdurları bugünün efendilerinden, onun ne farkı var?
İntikam soğuk yenen bir yemektir anladık ama bu kadar da zeytinyağlı manyaklığı biraz bünyeye fazla geliyor.
Maalesef Ahmet Şık, hem dersini çalışmamışsın hem de vegansın herkesten.
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: