Fransa’daki olaylardan sonra, “Cumartesi yazısı”nı yazmak üzere masa başına oturduğumuzda, “Ne yazsam?” diye düşünecek bir durum olmuyor. Konu belli olmasına belli, ama bu “konu” kaçıncı sefer gündemde, kaçıncı sefer gene böyle karşımızda duruyor? Değişen bir şey var mı? Söylenecek yeni, daha önce söylenmemiş bir söz var mı? Aklıma hiç de öyle taze düşünceler, yorumlar akın etmiyor. Öyleyse, belki genel konu belli ama, “ne yazsam?” kısmı da halen geçerli.
Bu olaylar sık sık olur, olduktan sonra, taraflar uzun zamandan beri ezberlenmiş rollerini okumaya başlarlar. Örneğin Marine Le Pen’i düşünün. Hebdo olayı sonrasında ve dolayısıyla, daha önce söylemediği bir şey söyleyecek mi, buna imkân var mı? Tam tersine, “İşte, yıllardır bunu söylüyoruz. Bakın ne kadar haklıyız,” mealinde demeçler verecektir.
Ama ben daha çok bu taraf üstünde durmak istiyorum. Bir kesim de var ki, bu olaydan sonra, “İşlenen cinayetin İslâm’la bir ilgisi olamaz. İslâm bu değildir” diyecek, diyor. Çünkü zaten bütün bu olaylar olduğunda, bu kesim de bu sözü söyledi.
Öyle midir, değil midir, bu tartışmaya karışmak benim işim değil. Çünkü zaten öyle bir tartışmanın bir çıkışı olmadığını biliyorum. Öyle olduğuna inanan Müslümanlar var; öyle olmaması gerektiğine inanan Müslümanlar da var. Bu bir olgu. Bu tartışılabilir, bunun üstüne politika da kurulabilir.
Peki, böyle şeylerin İslâm’la bir ilgisi olamaz ve İslâm bu değildir, iyi de bu olayların hepsini yapanlar Müslüman, yaptıklarını da İslâm için yapıyorlar. Hal böyle olunca, “İslâm bu değildir” demek ne anlama geliyor, neye yarıyor? “Bu yapılanı ben onaylamadım,” demek dışında kimseye bir şey anlattığı var mı?
Şöyle durumlar: bir cinayetten sonra, diyelim ki yazı yazıyorum ve “cihadî” Müslümanlar’ı suçluyorum (herhangi biri bunu yapıyor). Hemen bir İslâmcı yazar çıkıyor, “cihad”ın bu anlama gelmediğini tartışmaya başlıyor. Tartışmaya başlayınca konu “tartışma”ların şaşmaz kaderi içinde uzadıkça uzuyor ve bir sonuç üretmiyor. Sorun zaten benim ya da bunu kim yazdıysa onun “cihad” üstüne “yanlış” bilgilerinin düzeltilmesi değil. Eylemi yapan da ben değilim. Bana öğreteceğine, o eylemi yapana öğret “cihad”ın ne olduğunu. Ama kimsenin böyle bir şey yaptığı yok.
“Böyle eylemlerin İslâm’la ilgisi yoktur, olamaz” pozisyonu orada duruyor, bunca olay arasında, o da âşina bir pozisyon. “Dolmuş durağı” gibi bildik bir yer. Ama onun iki adım ötesinde de, “İslâm’a karşı provokasyon” pozisyonu duruyor. Birinci pozisyona yerleşip konuşanların birçoğu az sonra bu ikinci pozisyona geçip üç beş cümle de oradan söylüyorlar. Bu aslında birinci pozisyonda söyleneni zayıflatıyor. Çünkü, bunu söylemekle, “Müslüman’ı kızdırırsan o da böyle yapar,” demiş oluyorsun. “Yapar”sa, o halde bu eylemler İslâm’a o kadar da aykırı değil!
Güçlü ideolojilerde, onlar birbirlerinden ne kadar farklı olsalar da, böyle benzeşen durumlar olabilir. Örneğin yıllar önce sosyalizmi tartışırken, birisi falan yerde şöyle yapıldığını, bu tür işler olduğunu söylese, biri de –örneğin ben– “Ama ‘komünizm’ o demek değil; o dediğin Stalinizm’in sonucu,” derdim. Muhtemelen doğru. Ama benim “komünizm” dediğim o şey benim kafamın içindeydi, dünyada görünmemişti. Dünyada görünen ise Stalinizm dediğimiz nesneydi. Şu halde, önce gidip komünizmi o hale getiren etkenler neyse, onlarla mücadele etmem gerekiyordu.
“İslâm bu değil”, “İslâm’da terörizm olmaz” edebiyatını benimseyen ve yeniden üretenlere önerim bu. Böyle bir “İslâm politikası”ndan ciddi bir şekilde tedirgin olan çok sayıda insan olduğunu tahmin ediyorum: bu işin nihaî sorumlusu sizlersiniz.
Yukarıdaki “komünizm” örneğine döneyim. Beğenmediğim Stalinizm karşısında ne yapmalıyım, ne yapmalıydım? Samuelson’a ya da Schumpeter’a gidip “Yahu, bizim bu sosyalizm iyi gitmiyor. Şuna bir çare bulsanıza” mı demeliydim? Reagan’a “gerçek sosyalizm”in bu olmadığını anlatmaya mı çalışmalıydım? Yoksa bildiğim, gücendiğim sosyalistlerle bir araya gelip “Bu böyle yürümez. Yürütmekte inat ederseniz batırırsınız” kampanyası mı açmalıydım?
Ben o zaman ikincisini yapmıştım. Pek dinleyen olmadı. Battı.
Ama her seferinde aynı şey olacak diye bir kural yok.
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: