
Gaspın hâlleri
Takibi aksatmadan yıllardır sadece tarım yazan, tecrübeli bakışını adaletle harmanlayıp sunan sanıyorum bir ikinci gazeteci saymak kabil değil; Ali Ekber Yıldırım’ın Dünya gazetesinde yayımlanan yazılarını bilmem okuyor musunuz?
Ben kılavuzum sayarım. Gerek köşe yazılarının gerek kaleme aldığı haberlerin gazetesinin ulaştığından çok daha geniş bir taban tarafından okunması, takip edilmesi gerektiğine inanırım. Bu nedenle Yıldırım’ın perşembe günü yayımlanan yazısında konu ettiği meselenin yeterince yer almadığı endişesi ile muhabbetlerimizde, konuyu Taraf’a, kendi sütunuma taşımak istedim:
Okumayanlarına kısaca özetleyecek olursam, yazı, Nijerya’da beş bin dönüm arazi kiralayarak tarımsal üretim yapan Türkiyeli işadamlarından bahsediyor.
Belki takip ediyorsunuz.
Son dönemde Suudi Arabistan, Japonya ve Çin gibi ülkeler başka ülkelerde toprak kiralamak ya da satın almak yolu ile bazı faaliyetler gösteriyorlar. Genelinde Afrika’nın verimli topraklarında gerçekleşen ve görece güçlü devletlerin hükümetleri ya da şirketleri aracılığıyla, görece gelişmekte olan ülkelerden enerji ya da tarım amaçlı toprak satın alması ya da kiralaması şeklinde gerçekleşen neoliberal bir yatırım biçimi bu.
Literatürde Toprak Gaspı (Land Grabbing) olarak geçiyor. Toprak Gaspı, hâliyle, Su Gaspı ile el ele yürüyor.
Benzer bir uygulama denizde de mevcut.
Her üç durumda da iş yasalar çerçevesinde ve hükümetlerin izni ile gerçekleşse de, adlarında vurgu hep “gasp”a! Zira bu yatırımlar küresel kapitali büyütürken yerelin, yerelde var olan halkların gıda egemenliğine yıkıcı zarar veriyorlar.
Yeni usul sömürgecilik, yani.
Yıldırım’ın makalesine konu olan yatırımcılar, örneğin, Nijerya’dalar. Mısır ve soya ekiyorlar. Soralım mı:
Türkiye’de ekip dikmekten farkı ne?
Şeytan azapta gerek, insanın aklına ilk gelen GDO! Acaba mısır ve soyayı GDO’lu ekebilmek için mi Nijerya’yı seçtiler? Yoksa kârlılıkları daha mı fazla? Harcama kalemlerinden birine, örneğin tarım işçisine, Türkiye’de ödenenden daha mı az ödüyorlar?
Hadi diyelim, onlar işadamı. Yasalara uyduktan sonra, “tasaları kârlılık” diye yargılayacak hâlimiz yok!
Acaba?
Yok mu sahiden? Sorgulamamak, ortaklık yapmak değil mi?
Zira GDO’ya karşı mücadele ederken biz burada, Nijeryalı’ya GDO’lu ekimi reva görebilir miyiz, mesela? Ya da Türkiye’de en ufak bir sosyal güvencesi olmaksızın çalıştırıldığını bildiğimiz mevsimlik tarım işçilerinin tasası sırtımızı iki büklüm bırakırken, Nijeryalı’ya sırt dönebilir miyiz?
Eh! Zor sorular bunlar, yatırımcı cephesinden bakarsak. Rekabetçi bir dünyada fırsatı yakaladı mı değerlendirmesi gerek, değil mi?
Peki…
Ama aynı sorular GTH Bakanlığı Tarımsal İşletmeler Genel Müdürlüğü’nün Sudan’da kiraladığı 12 bin 500 hektar arazi için de geçerli! Sahiden tohumuyla, emeğiyle dört dörtlük bir tarımsal üretim yapmaksa niyet, yatırımcı da Türkiye Cumhuriyeti GTH Bakanlığı ise… mesela, neden Sudan?!
Bir de şöyle deneyelim mi konuyu, hani tam yerine oturtabilmek için: bir Suudi firma Türkiye’de beş bin dönüm alan kiralasın ister miyiz?
Öncelikle müjdeleyeyim, kiralamak isteyenler sırada. Katar, Güney Kore ve Suudi Arabistan benim duyduklarım. Nasıl ki biz sadece Sudan’ın Nijerya’nın değil, mesela Libya’nın, denizde ise Somali’nin peşindeyiz, dünya da bin türlü bizim peşimizde!
Küresel bir oyun bu!
Belki bu vesile ile HES’lere, zeytin kanununda yapılmaya çalışılan değişikliklere, bankaların açtığı yeni nesil kredilere bakar; toprak, su ve deniz gaspı bağlamında ihtiva ettikleri küresel ihtimalleri düşünür, günlük muhabbetlerinize konu edersiniz.
Belki bu vesile ile Yeni Türkiye’nin küresel düzende özendiği yeri bir başka gözle değerlendirirsiniz.
Belki bu vesile ile sanayi devrimini sömürgeciliği yakalayamadığı için kaçırmış Osmanlı’nın torunlarının neden yeni usul sömürgecilik dâhil küresel düzenin parçası olmaya bu kadar hevesli olduklarını da anlayabiliriz.
Belki bu vesile ile neyi isteyip, neyi ve neden istemediğimizi de.
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: