
Genetiği ile oynanmış medya
“Genetiği ile oynanmış medya” deyişi bir süredir aklımda; geçen martta Washington DC ve New York’taki toplantılarda da bu kavramı kullanıştım.
Türkiye’de gazetecilikle ile ilgili benim tezim şu; medya, hep çok sorunluydu. AKP döneminde değişense, medyanın “geleneksel” sorunlarının adeta genetiğiyle oynanıp, var olan meselelere hormon basılması, sonuçta da bir “canavar medya” yaratılması oldu.
Birçok açıdan, AKP iktidarının özellikle son birkaç yıllık döneminin özeti bu zaten; bu dönemde, Türkiye’nin sorunlu hâllerinin, toplumsal kusurlarının daha da büyüyüp devleşmesi sözkonusu oldu.
1990’ların sonunda, gazeteciliğe başladığımda daha liseden yeni çıkmış sayılırdım. Siyaset dünyasından epey uzak, el bebek gül bebek yetişmiş biri olarak beni şaşırtan ilk gözlemlerden biri, Genelkurmay’dan gelen ya da gelebilecek telefonlara ilişkin korkulardı.
Abdullah Öcalan’ın Suriye’den İtalya ve Kenya’ya uzanan yolculuğu sözkonusuydu ve Dış Haberler Servisi olarak bu haberleri yazarken, “Bebek katili”, “eli kanlı terör örgütü” gibi ifadeleri kullanmayı reddediyorduk. Bunun sebebi de, gazeteciliğe verdiğimiz değerdi. Bir kişi ve örgüt ile ilgili sıfatlar, “vahşet dehşet” saçan ifadeler kullanmanın doğru olmadığına inanıyorduk. Okur olarak herkesin kendi düşüncesi, duruşu zaten vardı; biz, gazeteci olarak okuyuculara, aktardığımız olaylarla ilgili en net, doğru, tarafsız bilgiyi sunmakla yükümlüydük. İşimizi yapıyorduk. Bunun karşılığı da, Genelkurmay’dan “üstlerimize” telefon gelmesi yoluyla uyarılmaktı. Reddedip aynen devam ediyorduk.
15 yıl sonra, PKK veya Öcalan üzerine istediğiniz gibi konuşmak artık tabu değil.
Son dönemde, genetiği ile oynanmış medyanın uç örnekleri, yani devlet vur derse öldürecek kadar kraldan fazla kralcı bir grup oluştu. Bu sefer “Öcalan asrın siyaset güneşi, bir de Kürtler olmasa”, “Öcalan iyi ama çevresi kötü” demeye vardıran bir “gazeteci” grubu bu. Devletin kaynaklarını kullanarak, Ankara’dan kendilerine verilen bir “nota” üzerine, doğaçlamalar yapan ve “en hoşa” gitmek için söylemlerindeki siyasi taraflılığı abarttıkça abartan bu kişilerin aslında meslekle bir alakası yok. Gazete kâğıdına basılı yazıları çıkıyor veya ekranlarda gözüküyorlar diye kimse, “gazeteci” olmuyor.
Ancak AKP, geçmiş dönemlerde, kendisine karşı da kullanılan silahın, medya gücünün değerini çok iyi biliyor. Bu silahı kendi eline alarak da, düzeni kendi lehine çeviriyor. Siyasi ve bürokratik güç de tek elde toplandığı, devlet bir parti ekseninde “tekelleştiği” için de, medyaya yönelik baskı da daha güçlü, daha sert biçimde uygulanabiliyor.
Bir yanda, kendi ideolojik inançları doğrultusunda veya açıkça menfaat için, “genetiği ile oynanmışın” da ötesinde, gazetecilikle alakası olmayan ve hükümet bürokratı, kabine üyesi, istihbarat elemanı gibi çalışanlar var. Yalan haber yapıp, belge üretmek veya gerçekleri çarpıtmaktan kaçınmıyorlar. 2. Dünya Savaşı’nda insanlar üzerinde korkunç deneyler yapan Doktor Mengele, ne kadar doktorsa, bu kişiler de o kadar gazeteci.
Öte yanda da, Türkiye genelinde baskının ucunu görse, ona göre tavır alıp hemen sansüre ve otosansüre yönelen bir medya yapısı sözkonusu zaten. İşini korumak veya çevresinin tepkisini çekmemek için siniveren, susuveren ve yayın politikasını, hükümetin- devletin siyasetine göre ayarlayıveren bir gazetecilik, daha doğrusu kâtiplik türü bu. Merkez medyanın genelini oluşturan, nabza göre şerbet kurumlar içinde bireysel çizgisini korumaya çalışan, farklı bir şey yapma arzu ve çabasında olanlar da var. Bu kişilerin sayısı az, çabaları da naif kalıyor, bastırılıyor; ama ya bu da olmasaydı?
Medyanın ezici çoğunluğu bu şekilde, ya doğrudan ya dolaylı, hükümet kanadında; dışarıda kalanların kaynakları az ve müthiş bir siyasi kutuplaşmanın korkunç ikliminde ayakta kalmaya çalışıyorlar. Hükümet dışı kalan gazeteciler, medya kurumları da aralarında kutuplaşıyor, “mesleki dayanışma” içine giremiyorlar. Oysa, “canavar tohum gazeteciliği”, mesleği yok ediyor; tüm mesleğin “kimyasını bozuyor”. Gazeteciliği kurtarmadan da, ülkenin dönüşmekte olduğu enkazı hiç toparlayamayız.
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: