Pazartesi , 1 Haziran 2015
Anasayfa » Yazarlar » Gerçekçilikle kötümserlik arasında
Gerçekçilikle kötümserlik arasında

Gerçekçilikle kötümserlik arasında

BAZI durumlarda gerçekçilikle kötümserlik arasındaki çizgi bütün netliğini yitiriyor.

Her hâlükârda da geleceğe ilişkin tahminler iyimserlik yansıtmıyor. Şöyle diyeyim:

***

KİŞİ aslında tam zıddını arzulayabilir. Dolayısıyla da o tahminlerinde yanılmak ister.

Fakat belki gelişmeleri realist açıyla tahlil ettiğinden; belki sütten ağzı yandığından; belki de vesvese fazlasıyla ihtiyat dayattığından, arzuladığı şeyin gerçekleşmemesi ihtimalini onun gerçekleşebilirlik ihtimalinden daha çok ön plana çıkartır. En azından muallâkta sallanır.

İşte, 7 Haziran seçimlerine iki hafta kala ben de bu noktadayım!

***

ÇÜNKÜ hem ülkenin selâmeti, hem de kendi değerlerim açısından AKP’nin ve bilhassa da Recep Tayyip Erdoğan’ın yenilgiye uğramasını temenni ediyorum.

Ancak benim öznel dileklerim bir şeydir, irademi aşan nesnel durum başka bir şeydir!

***

SÖZKONUSU nesnel durum hükümet partisinin ve Ak Saray liderinin cidden büyük bir desteğe sahip olduğunu ortaya koyuyor. Aksini söylemek kendini kandırmak olur.

Nitekim de kamuoyu sondajları AKP’yi aşağı yukarı yüzde kırk civarında gösteriyor.

Dolayısıyla, velev ki 7 Haziran’da oyları bir önceki seçime göre düşecek olsun…

Şayet sözkonusu kurum on üç yıllık iktidar yıpranmasına ve alenî yolsuzluk ortamına rağmen hâlâ yukarıdaki oranı yakalıyorsa, kim ne derse desin ve kendi hesabıma içim ne denli sızlarsa sızlasın, züğürt tesellinin âlemi yok, başarının nedenlerini tahlil etmek zorundayız.

Zaten aslına bakarsanız bu tahlili şimdiden yapmamız gerekiyor.

***

BİR; demokrasi kültüründe belirli bir seviyeye ulaştık ama işte ancak oraya kadar…

Aynı demokrasinin çoğunluk ilkesi ötesindeki diğer şartlarına hâlâ çok yabancıyız.

Dolayısıyla da onun kavramsal ve işlevsel bütünlüğüne titizlenmekten uzağız.

İki; büyük çoğunluğu hem dindar, hem de muhafazakâr olan Türkiye halkı sekülarizmle bariz biçimde çelişen yasa, uygulama ve tasavvurla ciddi bir sorun yaşamıyor.

Yani AKP’nin dini eksenli “maneviyat önceliği” (!) dayatması rahatsızlık yaratmıyor.

Üç;bal tutan parmağını yalar” felsefesi toplumda geçer akçe sayıldığından aynı AKP’nin rüşvet, kayırma ve yolsuzluk bilançosu da öyle önemli bir handikap oluşturmuyor.

Nitekim dört; son on yılda ülkenin genel olarak zenginleşmesi ve geniş kitlelerin de bundan önemli ölçüde pay alması “çalıyorlar ama veriyorlar da” mazeretini güçlendiriyor.

Başka bir deyişle “çalmak, çırpmak” fiili ehlileşiyor ve ahval-i adiye hâline geliyor.

***

ÖTE yandan beş; sözkonusu zenginleşmeye paralel olarak AKP’nin ürettiği yeni orta sınıf ve oradan daha da yukarıya tırmanan ayrıcalıklı “nomenklatura” muhkem bir sosyo-ekonomik zemin oluşturuyor. İktisadi ilişkiler zincirinde artık yabana atılmayacak yer tutuyor.

Altı; zaten karizmatik bir lider olan Recep Tayyip Erdoğan popülist söylemi, “Kasımpaşalılık raconu” (!) ve biz bize benzeriz ideolojisinin suyuna giden “dünyaya meydan okuma” retoriğiyle aynı geniş kitleler nezdindeki “ilah” kimliğini koruyor.

Ve nihayet yedi; Kürt sorunu çözümlenmese bile “açılım süreci”yle birlikte gerilimin düşmüş olması iktidar partisinin ve önderinin hanesindeki olumlu puan olmaya devam ediyor.

***

DEDİĞİM gibi, AKP’ye ve Erdoğan’a ilişkin olumsuz yaklaşımım ve geleceğe dair zıt temennilerim her ne olursa olsun, yukarıdaki tespitlerin nesnel olduğu kanaatindeyim.

Peki, yaratacağı sonuçlar itibariyle gerçekçi miyim, yoksa kötümser miyim?

8 Haziran sabahı göreceğiz ki, bütün kalbimle ikincisinin doğru çıkmasını diliyorum.

[email protected]

Etiketler:

Hakkında Hadi Uluengin

Hadi Uluengin