
Huzursuz ortam
Adliye basanlar, polis merkezine saldıranlar, parti binası işgal edenler… Küçük çaplı, herhangi bir “kazanım” getirmeyecek, körleme eylemler. Son derece sevimsiz oldukları için, kime saldırıyorsa, ancak onun işine yarayacak işler. Ama bu toplumda, bu tarih sonucu, son analizde kimin işine yarayacaksa yarasın, böyle eylemler yapmaya hazır bireyler var. Türkiye’de henüz “intihar bombacısı” rolüne girmiş Cihadîler yok ya da sayıca az. Buranın “intihar eylemcisi” daha çok “sol” diye tanımlanan bir yerden çıkıyor. Bu “yer”in gerçekten “sol”la bir ilgisi yok elbette. Kendine bir gelecek göremeyen, az eğitimli, çok öfkeli bir kesimden çıkıyor böyle militanlar. Onların bu öfkesini anlamlı bir politik eylemliliğe kanalize edecek örgütlenmeler de yok. Ama bunu kullanan –sonuçta gene etkisiz– örgütler var. Şu son eylemler ve benzerleri onların kendilerini olduğu gibi yeniden üretmelerini sağlıyor. Ne uzuyor, ne kısalıyorlar, ama oradalar. “Orada” olmakla birlikte, yaptıkları işlerin toplumun bütünü açısından son derece etkisiz olması, eylemlerinin de her şeyden kopuk olmasına yol açıyor. Şu son Adliye eylemi belli ki “Berkin’in intikamı” gibi bir “mantığa” dayandırılmış. Gel gör ki, ölen savcıyı tanıyanlar onun bu işleri –ve başka işleri– gerçekten aydınlığa çıkarmak üzere çalışan biri olduğunu söylüyorlar. Böyle olmaması, diyelim “hükümetin adamı” olması vb. yapılan işi mazur göstermez elbette. Ama bunları yapanların ne biçim “karakuşî” bilgiler ve gerekçelerle davrandığını da gösteriyor.
Bu patırtıda en insanî ses de öldürülen Berkin’in annesinden, babasından geliyor. “En insanî” ise, bu ortamda, “en etkisiz” olanı da o tabii. “Oğlumuzun hesabı böyle sorulmaz” diye ısrar ederlerse, örgüt onları da cezalandırabilir. Örgütten daha iyi mi bilecekler, oğullarının davasının ajitasyon potansiyellerini? Öbür yandan Tayyip Erdoğan da yuhalatma performanslarını sahneye koyacaktır.
“Erdoğan” dedim de… Bugünlerde “Erdoğan” demeden herhangi bir konu konuşmak imkânsız hale geldi.
Şu Adliye olayı, örneğin. Hükümet –herhalde bir akla uyarak– yayın yasağı koymuş! Derken galiba Romanya’da bulunan Cumhurbaşkanı oradan demeç vermeye başlıyor: Savcı, bedeninin neresinden kaç adet kurşun isabeti almış, “ibretlik olay”, şu bu. Neden sonra, vaka mahalline biraz daha yakın sayılacak (aynı istihbaratı aldığını herhalde varsayabiliriz) Başbakan da bir demeç veriyor.
Hepsi muhalefete parmak sallıyor.
Bir Cumhurbaşkanı yurtdışında gezideyken ülkesinde üzücü bir olay olursa gittiği yerden üzüntülerini duyuran bir demeç verebilir. Ama, maç spikeri gibi, maddî bilgi aktarmak üzere demeç verir mi?
Memlekette herkes suspus dururken?
Bu, ne hiçbir zaman olmamış “Parlamenter Sistem”imizde, ne de dünya da bilinen “Başkanlık Sistemleri”nde görülmüş bir şey. Bu sistemler, “Böyle yapmak yasaktır” falan diye kural getirdiği için değil; durum akla aykırı olduğu için. Siyasette o mertebelere gelmiş insanlar böyle şeyler yapmayı akıllarından geçirmedikleri, geçirmeyecekleri için.
Dolayısıyla “tuhaf” olmasına “tuhaf”, ama aynı zamanda “komik” bir durum.
Tayyip Erdoğan bu davranışlarının bir “propaganda değeri” olduğunu düşünüyor olabilir. Doğru da olabilir bu. Mutlaka bu toplumda, “Adama bak, her yerden her yere yetişiyor. Helâl olsun!” diye düşünecek bireyler çıkar. Popülizm de böyle bir şeydir zaten.
Ama insan zihni de sonuçta sınırlı olduğu için, daha “alt kademe”lerin yapması gereken işleri “ben yapacağım” diye durup dururken üstlenen biri, kendi yapması gerekenlere yetişemeyen biri haline de gelebilir.
Dediğim gibi, o sistem, bu sistem, bunun hiçbir sistemde yeri yok. Olsa olsa, Erdoğan’ın hayalini kurduğu, “bize özgü başkanlık sistemi’nde vardır yeri. Ama bu sistemin başlıca özelliği de her türlü sistemi paramparça etmesi.
Bu “sistem”in her işi üstlenen başkanına da “Umumbaşkan” diyebiliriz herhalde.
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: