
İsrail’in Baltimore’u
Geçen hafta ABD’nin Baltimore şehrinde polisin Afrika kökenli vatandaşlarıyla karşı karşıya gelmesi dünya gündeminde önemli bir yer tuttu. Aslında ABD’de siyahların uğradığı ayrımcılık ve maruz kaldıkları şiddet yeni olmadığı gibi, güvenlik güçlerinin siyahlara yönelik tavrının eleştirilmesi de yeni değil. Örneğin 1992 yılında San Fransisco’da taksi şoförü Rodney King’e meydan dayağı çeken polislerin hiç ceza almamaları üzerine çıkan olaylarda onlarca kişi hayatını kaybetmiş ve ülkede güvenlik güçleriyle azınlık grupları arasındaki ilişki sorgulanmıştı. Ancak belli aralıklarla aynı senaryonun tekrarlanmasına hiçbir şey engel olamıyor gibi.
Baltimore’da olup bitenlerle aynı günlerde, başka bir ülkede de benzer olaylar yaşandı. Orada da beyaz polisler bir siyahı sokak ortasında dövdüler ve polisin kendilerine yönelik genel tavrından zaten şikâyetçi olan siyahlar da sokaklara dökülüp sorumluların cezalandırılmasını talep ettiler.
Olaylar, Falaşa olarak adlandırılan Etiyopya kökenli bir İsraillinin İsrail’in Holon şehrinde kıyasıya dövülmesine dair amatör bir video kaydının basına ulaşmasıyla başladı. Polis şiddetine maruz kalan Falaşa’nın zorunlu askerlik hizmetini yerine getirmekte olduğu için üzerinde üniforma taşıması dahi belli ki polisler üzerinde herhangi bir etki yaratmamıştı.
Etiyopya’da yaşayan Falaşaların Yahudi sayılıp sayılmayacakları uzun süre tartışılmış, İsrailli dinî otoritelerin 1970’li yıllarda verdiği olumlu kararlar üzerine de İsrail hükümeti 1975 yılında bu topluluğun İsrail’e göç etme hakkını kabul etmişti.
1980’lerde Etiyopya’da yaşanan kuraklık felaketi Falaşaların çoğunu İsrail’e yerleşmeye itmiş ve geri kalanlardan onbinlercesi de 1991 yılında İsrail devleti tarafından organize edilen bir operasyonla İsrail’e taşınmışlardı. Günümüzde Falaşaların İsrail’deki sayılarının yaklaşık 120 bin olduğu tahmin ediliyor.
Her göçmen topluluk gibi dil öğrenmekten yeni ülkelerinin yaşam tarzına ayak uydurmaya birtakım entegrasyon sorunları yaşayan Falaşalar, bunlara ek olarak derilerinin rengi nedeniyle uğradıkları günlük ayrımcılıkla da baş etmek zorunda kaldılar. Halen İsrail’in eğitim ve gelir seviyesi en düşük topluluğunu oluşturan Falaşaların 2011’de yapılan bir araştırmaya göre sadece yüzde 13’ü kendilerini eşit bir İsrailli olarak hissediyor. Falaşaların yüzde 90’ı bir başka Falaşa ile evlenirken, diğer İsraillilerin yüzde 57’si de eğer kızı bir Falaşa ile evlenmek isterse, bunu kabul etmeyeceğini beyan ediyor.
Tüm bu arka planın üstüne son polis şiddeti olayı da eklenince yüzlerce Falaşa sokağa döküldü, Kudüs’teki emniyet müdürlüğü önünde toplanan kalabalığı yatıştırmak da kolay olmadı. “Polis devletine, ırkçılığa hayır” sloganları atan topluluk, Falaşa olmayanların kendilerine yeterince destek vermediğinden de yakındı.
Protestocular, askerlik dâhil üzerlerine düşen her şeyi yapıyor olsalar da, asla yüzde yüz İsrailli olarak kabul edilmediklerini ve o asker eğer bir Falaşa olmasaydı, polislerin onu dövmeyi akıllarından bile geçiremeyeceğini iddia ettiler. İsrail polisi ise, bünyesindeki Falaşaların sayısını artırma ve ırkçı davranışları tespit edilen polis memurlarını görevden uzaklaştırma sözü vererek ortalığı yatıştırmaya çalıştı.
Irkçılık ve ayrımcılıkla mücadele etmek gereği dünyanın pek çok ülkesinde kabul görse de, bunun tam olarak nasıl başarılacağını aslında pek de bilen yok. Üstelik şiddeti sıradanlaştıran toplumsal ve siyasal şartlar devam ettiği sürece, kendini dokunulmaz ya da ayrıcalıklı görenlerin hedef tahtasına oturtacağı nispeten savunmasız toplulukları bulmaları da o kadar zor olmuyor.