Cumartesi , 4 Nisan 2015
Anasayfa » Yazarlar » Roboski’nin dağları, taşları…
Roboski’nin dağları, taşları…

Roboski’nin dağları, taşları…

İnsanların çoğu farkında olmasa da dağların, rüzgârların, nehirlerin, kayaların, hattâ ayaklar altında ezilen çakıl taşlarının hafızası var. Onlar görüyor, duyuyor fakat konuşamıyorlar… Anılarını, hayatın yükünü sırtlamaktan omuzları çökmüş hamallar gibi taşımaya mahkûmlar. Anlatamamanın, şahit oldukları acıları kelimelere dökememenin acısıyla kıvranıyorlar. Öyle ki, bazen güneşin altın sarısı gözlerinden taşan sıcaklık bile içlerini ısıtmaya kâfi gelmiyor.

Güney’in kıraç köylerini çepeçevre saran dağlar mesela… Acıyla uyanmadıkları günlerin sayısı fazla değil. Eğer çaresiz ama adalet aramaktan vazgeçmeyen insanların varlığı olmasaydı; o dağlar, acıya bulanmış hatıralarının üstünü örtmeyi deneyecek ve bir ihtimal bunda başarılı olacaklardı. Ancak ne hayat, ne de ölümün geceden de karanlık yüzüyle karşı karşıya gelen insanlar izin verdi buna. İnsanlar unutamadığı için dağlar, nehirler, tepeler de unutamadı. Etraftaki evlerde doğan ve pencere boşluklarından çıkıp doğaya karışan feryatları işitmemeleri mümkün değildi. Dağların, taşların elleri olsaydı, belki de kulaklarını kapatır ve seslere kayıtsız kalırlardı. Ancak Güney’deki dağların kaderinde, insanoğlunun görüp göreceği en derin üzüntülere tanıklık etmek vardı.

Tam üç yıl önceydi… Hava, tekmil mahlûkatın kanını dondurmaya yetecek kadar soğuktu. Dağlar, başlarını bulutların ipeksi yumuşaklığına gömmüş uyukluyordu. Kayalar ve taşlar ise ancak gece yarısından, dünyanın tüm sesleri sustuktan sonra istirahate çekilebildiklerinden çevrede neler olup bittiğini izliyorlardı. Taşlar, sırtlarında ağır yükleriyle katırlar ve onları yularından çeken erkekler gördü. Erkeklerin pek çoğu gençti; bazıları ise çocuk denecek yaştaydı. Kendi aralarında konuşuyorlar, soğuktan korunmak için büzüştükçe büzüşüyorlardı. Güney’in görmüş geçirmiş taşları, bu insanları tanıyor ve onların başka bir ülkeden aldıkları malları satarak geçindiklerini biliyorlardı. Kafile, ağır ağır yürürken gökyüzünden uğultular yükseldi. Savaş uçaklarından çıkan bu sese, canlı ya da cansız bölgedeki bütün yaratıklar aşinaydı.

Toprak, kayalar ve insanlar telaşlandı. Dağlar, başlarını bulutlardan çıkarıp korkuyla etrafa baktı. Onlar, kadim efsanelerden çıkıp gelmiş yırtıcı, dev kuşlara benzeyen uçakların varlığını hayra yormamak gerektiğinin farkındaydı. Derken uçaklar, karınlarında sakladıkları bombaları Güney’in kıraç topraklarına attı. Dağlar, taşlar, nehirler sarsıldı. Erkekler ise patlamanın etkisiyle dört tarafa savruldu. Aradan birkaç dakika geçip de toz ve duman dağıldığında insanların parça parça olduğunu gördü dağlar. Taşlar ile toprak ise kana bulandı. Sonra, köyden o erkeklerin yakınları geldi. Ağıtlar yakarak, gözyaşı dökerek topladılar sevdiklerinin beden parçalarını… Aradan onca zaman geçti ama ne dağlar ve taşlar ne de toprak unuttu o gün yaşananları.

Oğullarını kaybeden, siyah giysilere bürünmüş kadınlar, ellerinde çocuklarının fotoğraflarıyla hemen hemen her gün köylerinden çıkıp mezarlığa gidiyorlar. Dağlar görüyor onları… Taşlar, ayak seslerini duyuyor. Dağlar, bakışları acıyla dolu o kadınlardan daha da kötü durumda olduklarını düşünüyorlar. Çünkü insanlar, bağırlarından yükselen feryatları özgür bırakabiliyor ama taşlar ve tepeler, her daim suskunluğun dayanılmaz ağırlığıyla baş başa.

Keşke” diye düşünüyor dağlar: “Keşke, kötü günlerin anısını hafızamızdan silebilseydik. En azından, her gün mezarlığa giden kara elbiseli kadınlar gibi ağlayıp feryat edebilseydik. O zaman bir nebze de olsa rahatlardık. Kadınlar, çocuklarının üzerine bombalar yağdıran uçakları buraya gönderenlerin hâlâ ortaya çıkmadığını söylüyor. Çocuklarını öldürenler yargılanırsa acıları azalacak, feryatlarının şiddeti hafifleyecek. O zaman biz de kötü hatıraların ağır yükünden kurtulacağız.

Dağlar, taşlar, nehirler, rüzgârlar, insanlar umutla adaleti bekliyor. O umut da olmasa nasıl dayanırlar tüm bu acılara?

[email protected]

twitter:@ozlemertan

 

*

Not:

Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz:

http://arsiv.taraf.com.tr

Hakkında Özlem Ertan

Özlem Ertan
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji bölümünden mezun oldu ve akabinde İstanbul’a yerleşti. Gazeteciliğe Agos’ta başladı. İki yıl boyunca Agos’ta muhabirlik yaptı ve kültür sanat yazıları kaleme aldı. Ardından Taraf gazetesine geçti. 2008 senesinden beri Taraf’ta kültür sanat yazıları yazıyor. Aynı zamanda 2011'den bu yana da Taraf gazetesinin politika şefi olarak görev yapıyor. Çeşitli dergilerde ve derleme kitaplarda öyküleri yayımlanan Özlem Ertan'ın ilk romanı "Âşık Kadınlar Denizhanesi", 2015'in Ocak ayında yayımlandı.