
Seçim merkezcilik ve demokratlar
Okurlar da fark etmiştir, “seçim toto” dönemi başladı. Pek çok insan seçim sonuçlarına dair tahminlerde bulunuyor. Kilit soru da “HDP barajı aşar mı?”
Özellikle demokrat çevrelerde gözlemlediğim bir durumu paylaşmak istiyorum. Bu çevreler, yaklaşan seçimi çok fazla önemsiyorlar ama destekledikleri parti ve adaylar için etkin bir çalışma yapmıyorlar. Yine seçim güvenliği konusunda kaygılılar ama bu yönde bir çabaya da aktif biçimde katıldıkları söylenemez.
Seçimin önemiyle ters orantılı bu atalet nereden kaynaklanıyor? Üstelik bahsettiğim çevreler, biçimsel olarak bakıldığında oldukça örgütlü sayılabilirler. Örgütleri de seçimde muhalefetten yana tavır almaya daha yatkın.
Elbette bu atalet hâlinin çok boyutlu izahı gerekir. Bence fazlasıyla kaygı yaratan bir sürece, yani seçimlere karşı alınabilecek yaygın iki tepki var: Süreci kaygıyla ve edilgence beklemek ki kaygıyı daha da derinleştirir. Diğeri de, etkinleşerek kaygıyla yüzleşmekten geçer. Bu yüzleşme, üstelik faydalı olmanızı da beraberinde getirir.
Fakat sorun sadece psikolojik değil gibi geliyor. Demokrat siyasi partiler, sol partiler başta olmak üzere, sivil toplumla beraber hareket etmeyi, böylece kartopu etkisi yaratmayı başaramıyorlar.
Bu konuda AK Parti ve etrafında kümelenen sivil örgütlenmelerin daha başarılı oldukları açık. Fakat bu sivil örgütlenmelerin motoru, iktidardan uzak tutulmak ve mağduriyetti. Şimdiyse, iktidarı bölüşmenin asıl belirleyici olduğu ve AK Parti’nin fazlasıyla güçlenerek, muhafazakâr/ İslamcı sivil toplumu denetim altına aldığı bir döneme girildi. Başka bir ifadeyle siyasi parti, sivil toplumu kurutuyor, güdükleştiriyor.
Gelelim demokratlar cenahına. Burada en temel mesele, seçim merkezci bakış nedeniyle, seçimlerin bir var oluş, yok oluş meselesi olarak algılanmaya başlanması ve parti odaklı mücadelenin tek yol olarak öne çıkarılması.
Burada ilginç bir soru ortaya çıkıyor. Bu cenahta sivil toplum sönümlenip, zayıflıyor mu? Bana göre bunun yanıtı, Soğuk Savaş dönemi perspektifiyle oluşturulan STK’ların sönümlendikleri, buna rağmen sivil toplumda ciddi bir canlanma ve çeşitlenme yaşandığıdır. Örneğin elitist Cumhuriyetçi STK’lar, gençleri çekemiyor, reaksiyoner söylemlerden kurtulamıyor.
Öte yandan direkt değil dolaylı olarak siyasal gündemleri de olan ve konu temelli örgütlenen STK’larda bir canlılık ve gençleşme var. İşte önümüzdeki dönemde demokrat siyasi partilerin, siyasi hareketlerin bağ kurmayı, beraber çalışmayı öğrenmeleri gereken asıl dinamik çevre bu.
Sivil toplum ve siyasal toplum arasındaki ilişkilerin koordinasyonunda yerel yönetimlere büyük görevler düşüyor. Sözgelimi CHP’nin bazı belediyeleri, bu koordinasyonu çok iyi başarıyorlar, bazıları ise yukarıda bahsettiğim elitist cumhuriyetçi refleks nedeniyle, bu alana “liderlik” etme alışkanlığından kurtulamıyorlar.
Oysa yöntem liderlik etmek eğil, birlikte yönetişim üzerinden kartopu etkisi yaratmak olmalı.
Bu çaba, kısa vadeli, seçim odaklı bakışın ötesine geçebilmeli, daha uzun vadeli amaçlara odaklanabilmeli. Bu alanlardan en önemlisinin de eğitim olduğunu söyleyebiliriz. Eğitimde yeni modeller, yeni yaklaşımlar geliştirmek zaruridir.
Önümüzdeki onyıllarda bu alanda çok büyük mücadeleler bizleri bekliyor. Eski tarzı temsil eden AK Parti çizgisi, ideolojik dar bir gömleği gençlere giydirerek onları “adam” etmeye çalışmaya devam edecek. Bunun karşısına yine eski bir tarz olan cumhuriyetçi elitizmle çıkamayız.
İnsanın kendi kaderini, geleceğini, kişiliğini belirleyebilmesini amaçlayan özgürlükçü bir eğitim anlayışını içselleştirmemiz gerekiyor. Bunun bitmeyen bir öğrenme süreci olduğunu önce “eğiticilerin“ kavraması gerekiyor.
Demek ki seçimlerin ötesindeki dünyayı yeniden anımsamalıyız.
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: