
Sendikal rol çalmak…
Partilerin seçim çalışmaları hızla devam ediyor.
Karşılıklı atışmalar, suçlamalar ve hattâ tehditler almış başını gidiyor.
Yalnız bu seçimler için gelecek yıllarda söyleneceklerin başında herhalde bulunduğu vaatlerle hemen her partinin “işçi babalığına” soyunduğu yer alacaktır.
Neden bunları söylüyorum.
Hemen tüm partiler seçim beyannamelerini açıkladı.
Ve her parti az veya çok sosyal koruma ve sosyal güvenlik sorunlarına karşı kimi vaatlerde bulundular.
Bu vaatlerin arasında en dikkat çekeni ise asgari ücret artışı oldu.
CHP’nin başlattığı bu tartışma seçim çalışmalarının adeta gündemini oluşturdu.
CHP’nin 1500 TL ile başlattığı asgari ücret kampanyası, HDP ile 1800 TL’ye çıktı. Son olarak MHP ise 1750 TL ile vaatler kervanına katılmış oldu.
Diğer yandan çocuklar, kadınlar, emekliler ve taşeron işçiliği için pek çok sosyal koruma vaatleri de bununla birleşince, bu seferde gündeme “kaynak sorunu” geldi.
AKP daha çok “kaynağı nereden bulacaksınız” noktasında kalarak bu tartışmada altta kaldı.
Çünkü muhalefet bu soruya, saraya ve yolsuzluklara giden kaynakları hatırlatarak oldukça “okkalı” cevaplar verdi.
Diğer yandan ise basın ve kamuoyu bu tartışmalara katılarak muhalefet partilerine hak veren bir eğilim içinde oldular.
Tüm bu gelişmeler sonuç olarak muhalefet partilerinin alacakları oyların yükselmesine neden olduğu gözüküyor.
AKP oylarının yüzde 40’ın altına doğru inme riski taşıması, CHP’nin yüzde 30’a yaklaşma ihtimali, MHP’nin oylarının yüzde 20’ye bulma şansı ile HDP’nin yüzde 10 baraj sorunu olmayacak olmasında bu tartışmaların önemli payı olduğunu düşünüyorum.
Evet, asgari ücret daha önceki yazılarımda belirttiğim üzere sosyal tarafların toplu pazarlıkları ile belirlenmiyor.
Asgari ücreti, bir tespit komisyonu verdiği çoğunluk kararıyla belirliyor.
Yani asgari olmaktan çıkmış reel ücret olmuş olan bir ücreti bir komisyon belirliyor.
Bu komisyonda işçi, işveren ve hükümet temsilcileri eşit sayıda temsil edilmiş olsa da genelde en büyük işveren olan devlet ile işveren temsilcilerinin ortak kararı ile asgari ücret belirleniyor.
Bu belirleme yöntemi demokratik olmamakla beraber toplu pazarlığa kapalı bir yöntem olarak kendini gösteriyor.
Diğer yandan, siyasi partilerin seçim vaatleri arasında asgari ücret ve sosyal koruma alanındaki vaatlerin sıralanması siyasi partilerin “sendikal rol çalması” olarak da gözüküyor.
Burada sendikalarında kuşkusuz eksikliği var.
Ancak bu durumun sendikal hak ve özgürlüklerin sınırlı olmasından kaynaklanan yanını da hatırlatmak gerekiyor.
Ayrıca siyasi partilerin asgari ücret vaatleri bir Çin atasözünü çağrıştırıyor.
Neydi o söz “Aç insana balık verirsen bir gün doyar. Balık tutmasını öğretirsen her gün doyar”.
Yani siyasi partilerin, sendikaların rolünü çalarak bunu oya tahvil edecekleri yerde, bence sendikal hak ve özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılması için AB müzakerelerinde sosyal politikalar faslının açılmasını ve ILO sözleşmelerine uygun sendikal hakların sağlanmasını da birlikte vaat etmeleri gerekirdi.
Çünkü asıl sorun asgari ücretin bir kere artırılması sorunu değil; asıl sorun asgari ücretin istikrarlı bir şekilde enflasyona karşı satın alma gücünün korunması ve aynı zamanda ücretlerin reel artırılması ve gelir adaletinin sağlanmasıdır.
Bunların sağlanması ve kalıcı olarak sürdürülmesi bu perspektifte düşünülmeliydi.
Bunun için siyasi partilerin vaatleri, asgari ücreti artırmak, taşeron işçiliği kaldırmanın yanı sıra sendikaya üyelikten, grev yasaklarına kadar bir dizi örgütlenme, toplu pazarlık sorunları olan sendikal hakları da genişletmeyi kapsamalıydı.
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: