
Sıradan vatandaşın seçim izlenimi
Bir partiye “damardan” bağlı olanlar için seçimlere giden süreç, duygudan duyguya savrulunan; heyecan, heves, öfke dolu zamanlar olabilir. Bana ise, bu seçimlerin verdiği tek his, büyük bir bıkkınlık. Ne yazık ki, partizanlıkla beraber ilkelerden ödün, Türkiye’de “paralel” gidiyor. Geçen gün, bir haberi okurken, farklı yayın kuruluşlarında, tek bir kelime üzerinden saptırılarak farklı biçimlerde verildiğini fark ettim. Biraz araştırınca ortaya çıkan manzara şuydu; haber, muhalefetteki partilerden birinin işine yarayacak, reklamını yapacak biçimde saptırılarak veriliyordu. Bunu yapan da, o partiye yakın medya kaynaklarıydı.
İktidar partisine yakın medya organlarını, aynı bu metodu kullandığı için eleştiriyoruz. Peki, neden muhalif olan da aynısını yapıyor? Ama tüm partiler ve taraftarları bilmeli ki; bu tarz metotları kullanan, “Cihatçı savaş hukukuyla oy toplamaya çalışan” sadece düşmanına benzediğiyle kalır.
Kim, neden yaparsa yapsın bu tarz metotlarla, aşırı partizanlıkla bir şey elde edilmeyeceğini; elde edilse de, kıymeti olmayacağını bakalım ne zaman anlayacağız?
Seçimlerle ilgili, öngörülerim tahminlerim var; bir siyaset bilimci olarak, “arzu ettiğim”, “çıkmasını istediğim” sonuca değil, verilerin bana gösterdiğine ilişkin öngörülerimden bahsedebilirim.
Kimse “olanı” görmek istemiyor; “olması istediğini” destekleyen yalan dolan, yanlış, güvenilmez de olsa, önemli değil. Veya, eğer bir siyaset yorumcusu, partizanın görüşlerine uygun, “kullanılabilir” bir şey yazıp çiziyor, söylüyorsa; çok şahane, “işte budur” diye destek yağıyor.
Böyle bir ortamda, siyaset bilimiyle uğraşıyorsanız eğer veya partizan olmayan bir sıradan vatandaşsanız, partiler arası meydan savaşı hâllerinin gerçekten ne kadar bunaltıcı geldiğini tarif bile edemem. Sıradan insanı, siyasetten uzaklaştırmak, ürkütüp kaçırmak için bugünlerde bolca sergilenen, farklı kutuplardaki aşırı partizan hâllerden daha iyi bir taktik düşünemiyorum. Farklı partilerin destekçileri, sefere çıkmış haçlı orduları gibiler; bu hâl de, seçmen üzerinde nasıl bir baskı psikolojisi yaratıyor farkında değiller.
Siyaset bilimcisi gözüyle de, farklı farklı araştırmalardan önüme gelen güvenilir ve geçerli verilere baktığımda, seçmenlerin yönelimlerinde iki etken görüyorum: bir ürkme- korku hâli ve kutuplaşmanın yarattığı savrulmalar.
Seçmenin iki talebi ve iki büyük sorunu var; talepler, istikrarın sürmesi ama reformların da yapılması. Yani, bugün sahip olduklarını kaybetmek istemiyor, son dönemde yaşanan “pozitif” varsaydığı gelişmelerden ödün vermek zorunda kalmaktan korkuyor insanlar.
Buna karşılık da seçmenler, “daha iyinin mümkün olduğunun” da bilincinde ve onu da talep ediyor. Başlıca toplumsal sorunlar olarak da, “ekonomi- işsizlik” ve “adaleti” görüyor. Şimdiye değin, hep ekonomi- işsizlik bir numaralı sorun alanı gösterilirdi; bunda değişme yok. Ancak, Kürt Sorunu, eskiden toplumun “en önemli” varsaydığı meselelerden biriyken, artık en alt sıralara düşmüş vaziyette: çatışma ortamından uzaklaşılması, “sorunu sorun olmaktan” uzaklaştırmıyor oysa. Yolsuzluk da, aynı biçimde, sorun sıralamasının diplerinde.
Bence, toplumun Kürt Sorunu veya yolsuzluk gibi kronik problemleri yok sayması değil ortaya çıkan; “adalet” gibi yeni bir sorun alanıyla, tüm hak ve özgürlükler, eşitlik, eşit dağılım meseleleri için topyekûn bir çerçeve sözkonusu. Bir arayış var toplumda, adına da “adalet” deniyor.
Ne var ki, seçmenin ne istediği ve beklediği ötesinde, tercihlerinde kemikleşmeler yaşanıyor. Aşırı kutuplaşma, seçmeni yeni bilgiye ve yeni tercihlere kapatıyor. Benim gördüğüm, duygusal bağlarla yöneldiği liderlere aşırı bağlılıkları nedeniyle, “sakin”, “soğukkanlı” tercihler yapamayan, onların çevresinde kilitlenen irili ufaklı topluluklar.
Seçmen, “liderine” yönelik eleştiri sözkonusu olunca, bu eleştiriyi “kişiselleştiriyor”.
Politika, lider odaklı siyasetten uzaklaşıp “sakinleşmedikçe”, kutuplaşmanın önüne geçilmedikçe, Türkiye’de seçimler bir şey seçtiremeyecek –“adalet” de bekleme odasında kalacak.