“Bizi gömmeye çalıştılar, tohum olduğumuzu bilmeden…”
Atasözü Meksika kökenli. Kuzey Amerika Kıtası’nın güneyi, Teksas- Yeni Meksika- Arizona ve Kaliforniya eyaletleri ile uzun bir sınır paylaşan, bu yüzden de başı beladan kurtulamayan, bazı siniklerin deyimi ile “ABD’nin arka bahçesi”nden geliyor.
Meksika federal polisi ve askerlerinin 2014 Eylül ayının son günlerinde öldürdüğü 43 öğrencinin ardından, herkesin aklına ilk gelen, dudağından dökülen birinci söz olmuş. İnsan ve diğer hayvanlar ve bitkiler ve ağaçlar dâhil hiçbir canlının kendiliğinden bir değer taşımadığı Türkiye gibi barbar ülkelerde de yeşersin, can değeri ve isyanların mirası ile birlikte dile gelsin.
Polise ateş açma yetkisi veren 2014’te yapılan son bir yasanın ardından 16 Aralık günü Diyarbakır’da gösterilere katılan 17 yaşındaki Abdülkadir Çakmak öldürüldü.
O, olağanüstü hâl, faili meçhuller, baltalı saldırıların, bombalanan gazete binalarının eşiğine, müstebit iktidara doğmuştu; kadının eşit vatandaşlık haklarını kısıtlayan, doğaya çevreye nebze saygısı olmayan, işçilere, köylülere değer vermeyen, Gezi Parkı’nı hiçe sayanlarca öldürüldü.
Roboski Uludere’de Türkiye’nin askerî uçaklarından atılan bombalar 2011 yılının 28 Aralık gününde 34 Türkiyeli Kürt vatandaşı öldürmüştü. Ne dertlerine deva olundu, ne hesabı mahkemede görüldü. Fenası: Kaç aile ferdini bombalarla kaybeden Encü ailesi devletin askerinin- polisinin hedefi oldu; suçluların yerine onlar tutuklandı. Evlerine ateş açıldı.
Ne bir soruşturma ne bir araştırma. Ama aileler toprağı suluyor şimdi.
Altı gün sonra 19 Ocak: Artık milyonlara can- yar olan gazeteci Hrant Dink’in öldürülüşünün sekizinci yıldönümü. Agos önünde. Öğleden sonra saat üçe doğru soğuk kaldırımlara yatacak, oturacak, yürüyecek, “Hrant biziz” diyeceğiz, “Biz, Hrant”. İstanbul orta sınıflarının yaşadığı, günün her saati kalabalık Osmanbey’de, çalıştığı gazete binasının önünde.
Ölüm, ona “geliyorum” demiş, o da bunu “güvercin tedirginliği” ile karşılamış, yine de doğduğu topraklara, insanlara güvenip, akıl gözünün gördüğüne inanmak istememişti. “Yapmazlar” diyordu kendine- Gizli Devlet’çe, planın uygulanmak üzere işbölümünün bile hazırlandığını bilmeden..
“Hayata Dönüş” operasyonunun 15. yılında, yollarda “19 Aralıkları hatırlamayanlar, 17 Aralıklara mahkûmdur” posterlerini gördüm. Nasıl unutabilirim ki:
Akademisyen- hukukçu, “sosyal demokrat”, ama maalesef Türkiye’de 20 cezaevinde, acı veren ismi ile “Hayata Dönüş” operasyonunu yöneten Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün “eseri”. 15 yıl sonra geceleri deliksiz- dehşetsiz uyuyabiliyor mu acaba?
Operasyonda 28 siyasi tutuklu ve iki asker ölmüş, 12 kişi yaralanmıştı. Yüzlerinin yarısı yanan, gözlerini kaybeden, saç kökleri bir daha çıkmamak üzere yok edilen gencecik siyasi tutukluların evlatları, anlatılmasa bile hissetmeyecek, bilmeyecek mi?
1989 yılında kerli ferli bir binbaşının yönetimindeki operasyonda, Cizre’nin Yeşilyurt köylülerine insan dışkısı yedirilmişti. Halen Şırnak m.v. Hasip Kaplan’ın başvurduğu AİHM, 1994’te Türkiye’yi “kötü muamele”, “işkence” ve “dışkı yedirmekten” mahkûm ederek her bir mağdura 300 bin frank ödenmesine karar verdi.
Zannettik ki darbecilerden, JİTEM’den, faili meçhul ve yargısız infaz ve işkencecilerden ve insanların öldürüldüğü polis- jandarma karakollarından hesap sorulacak. Gel gör ki darbeler bal- pekmez ile karıştırılıp özgürlüğe sunuldu.
Tarihçi Tony Judt, Timothy Snyder ile soru- cevap yazılmış yarı- otobiyografik “20. Yüzyılı Düşünmek” kitabında şöyle diyor:
“1933’te önde gelen Almanların yaptığı seçim, Nazileri ‘hoşgeldin’ ile buyur edip ‘sus payı’ karşılığı tayin oldukları en üst düzey makamlarda sorumluluk alarak çalışmak, bu, bugün, bizler için, insanın namertliği dışında hiçbir mantıkla anlaşılabilir değil.” (s. 103)
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: