
Umutlar yine başka bahara kaldı…
Genel seçimlere iki aydan fazla bir zaman var. Ne seçim sonuçlarına ilişkin bugünden net bir durum gözüküyor ve ne de seçim sonrası olası siyasi ve ekonomik gelişmeler belli…
Bize benzeyen başka kaç tane böyle ülke var bilmiyorum ama bu kadar istikrarsızlık ve tutarsızlıklar bizden başka hiçbir ülkede yoktur herhalde diye düşünüyorum.
Bir an olsun Türkiye gündemine ve yapılan açıklamalara dışarıdan bir gözle bakarsanız bence olan biteni kesinlikle anlayamazsınız, hattâ psikolojiniz bile bozulur.
Nasıl olmasın, bakar mısınız hâlimize, pür mealimize…
Evlere şenlik bir durumla karşı karşıyayız.
Türkiye’nin ana siyasi gündem maddelerinin başında Kürt sorunu, yeni demokratik sivil bir anayasa bulunuyor. Bu iki gündem maddesi tüm siyasi ve ekonomik sorun ve tartışmaların ana eksenini oluşturuyor mu?
Ve bu sorunlara AB müktesebatı ve evrensel hukuk ölçüleri içinde çözüm bulunması demek, doksan yılı aşkındır varlığını sürdüren otoriter 1. Cumhuriyet’ten, demokratik 2. Cumhuriyet’e geçiş demek değil mi?
Ancak gelin görün ki radikal bir şekilde siyasi rejimin demokratikleşmesi sorunu kendini dayattıkça bu işin siyasi bezirgânlığını yapanlar işi daha da sulandırmaya çalışarak, sorunu ötelemeye çalışıyorlar.
Yani sen iki yıl boyunca Kürt sorununun çözümü için çeşitli girişimlerde bulunacaksın.
Yetmez, hükümet olarak ortak açıklamalarda bulunarak sorunun çözümü için umut pompalamaya devam edeceksin.
Ve sonra da çıkıp “Kürt sorunu yok” diyeceksin.
Sen kalkacaksın “askerî vesayet” anayasası dediğin anayasayı demokratik ve sivil anayasaya değiştireceğim diye vatandaştan oy alacaksın ve bu sözünün gereğini hâlâ yerine getirmeyeceksin.
Bunu yapmadığın gibi yeni anayasa sorununu getirip başkanlık sistemi ve hattâ daha da geriye giderek “memleketi şirket gibi yönetmek istiyorum” diyerek bu sorunu önemsiz hâle getireceksin.
Bugün açık olan gerçek şu; bu siyasi gelişmeler, ne Kürt sorununun çözümü ve ne de yeni anayasa için içeride ve dışarıda umut veriyor.
Artık kendimizi kandırmanın da bir sınırı olmalı değil mi?
Türkiye’nin her alanda ilerleme sağlaması, gerçekten AB kriterlerine uygun demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olması ile devletin güçlü bir denge ve denetleme sistemine sahip olmasıyla yakından ilgili bulunuyor.
Her türden gelişme için toplumsal ve ekonomik kalkınma bakımından yeni anayasa sorunu oldukça acil bir sorun olarak ciddi şekilde çözüm bekliyor.
Bence işin ciddiyetinde olmayan bir iktidar ve bu perspektifte muhalefet yapamayan muhalefet partilerimiz bulunuyor.
Yani çift taraflı bir talihsizlikle karşı karşıyayız.
Kürt sorununun insan hak ve özgürlükleri ve barış temelinde çözümü ve özgürlükçü bir demokrasi için otoriter Türk devleti yapılanmasından, hukuk devletine geçişi yapabilecek miyiz.
Toplumsal alanda bu gelişmeye paralel bir “demokrasi kültürü” geliştirebilecek miyiz.
Bununla ilgili samimi ve fedakârca adımlar atabilecek miyiz.
Sorunun özü bu…
Şimdi ilk kez seçimle Cumhurbaşkanı seçilmiş ve o günden beri fiilen başkan olan ve ülkenin en kudretli siyasetçisi, Kürt sorunu “çözüm süreci” içindeyken, yeni anayasa ihtiyacı belliyken kalkıp da “Kürt sorunu yok” ve “devleti bir şirket gibi yönetmek istiyorum” derse, sizce bunu içeride ve dışarıda olanların nasıl değerlendirmesi gerekir.
Önce bu açıklamaların sahibi bu sorunların çözümünü değil bu sorunların devamını istiyor diye anlaşılır.
Sonra bu sorunların kalıcı şekilde çözümünden ziyade bu sorunları çözüyormuş gibi gösterip seçim kazanma taktiği yapıyor diye anlaşılır.
Peki, milyonlarca insanın umut bağladığı bu “hayat memat” memleket meseleleri nasıl çözülecek; öyleyse bunca umut aslında umutsuzluğa mı dönüşecek.
Korkarım öyle olacak…
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: