Uluslararası kamuoyu bugünlerde Ukrayna ve Suriye’de yaşananlarla meşgul. Nasıl ve ne zaman duracağı belli olmayan kanlı çatışmalar, Rusya ve ABD arasında devam eden gizli ya da açık pazarlıklar, Avrupalı güçlerin birtakım barış girişimleri ya da müdahale planları aracılığıyla sürece dâhil olma çabaları manşetleri süslüyor.
Yerkürenin bu kesiminde bunlar olup biterken, dünya ekonomisinin yeni ağırlık merkezini oluşturan Doğu Asya’da yaşanan stratejik gelişmeler ise nispeten gözden kaçıyor. Geçtiğimiz hafta Çin’in ikinci bir uçak gemisi inşa etmekte olduğuna dair “sızan” haberler ve bunun doğurduğu tepkiler, bu coğrafyadaki dengelerin aslında çok da ihmal edilmemesi gerektiğini herkese hatırlatmış oldu.
Çin ilk uçak gemisini 1998 yılında Ukrayna’dan satın almış ve Varyag adlı bu geminin Montreux Sözleşmesi’ndeki hükümler nedeniyle İstanbul ve Çanakkale boğazlarından geçip geçemeyeceği tartışma yaratmıştı. Çin hükümetinin, silahtan arındırılmış olan Varyag’ın uçak gemisi olarak değil eğitim gemisi olarak kullanılacağı güvencesini vermesi üzerine gemi Çin’e ulaşabilmişti. Ancak Pekin yönetimi birkaç yıl sonra fikir değiştirmiş ve gemiyi yeniden silahlandırıp tamir ederek Liaoning ismiyle ülkenin ilk uçak gemisine dönüştürmüştü. Şimdi ise ikinci bir uçak gemisinin inşaatı Çin’in Dalian tersanelerinde başlamış durumda.
Dünya deniz ticareti için hayati önem taşıyan, ayrıca deniz yatağı altında zengin doğal kaynaklara sahip olan Çin Denizi’nde sahildar devletler Çin, Güney Kore, Japonya, Tayvan, Filipinler, Vietnam, Malezya ve Brunei arasında kıta sahanlığı, karasuları ve aidiyeti tartışmalı ada, adacık ve kayalıkların paylaşımı gibi önemli sorunlar yaşanıyor. Bu bakımdan Çin donanmasının giderek kuvvetlenmesinin tüm bölge ülkelerini tedirgin ettiği açık.
Pakistan ve Birmanya’daki donanma üsleri sayesinde Hint Okyanusu’nda da varlık gösteren Çin, çevrelenme korkusu yaşayan Hindistan’ı da rahatsız ediyor ve bu ülkeyi bölge ülkeleriyle ittifaklar oluşturmaya teşvik ediyor. Ekim 2014’te Vietnam’a resmî bir ziyarette bulunan Hindistan Başbakanı Modi’nin ajandasındaki en önemli konulardan biri, Vietnam ve Hindistan donanmaları arasındaki ilişkileri derinleştirmekti.
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, 2014 yılında kapsamlı bir askerî reform programını yürürlüğe koyarken Çin’in güçlü bir deniz kuvvetlerine sahip olması gerektiğini açıkça ifade etmişti. 2020’li yıllarda tamamlanması beklenen bu reform programı ile Çin, yakın bölgesindeki en büyük rakibi olan Japonya’ya karşı önemli bir askerî avantaj elde etmiş olacak. Pasifik’teki esas rakibi olan ABD’yi geçmesi için ise Çin’in çok daha fazla yatırım yapması gerekiyor. Nitekim ABD de Çin’i dengelemek için Pasifik havzasındaki askerî varlığını kuvvetlendirip Güney Kore, Japonya ve Avustralya’daki üslerini genişletmekle meşgul.
ABD bölgedeki yakın müttefiklerini askerî kapasitelerini artırma yönünde teşvik de ediyor. Ülkenin savaşa girmesini yasaklayan Japon Anayasası’nın 9. maddesini Temmuz 2014’te yeniden yorumlayarak esneten Japon hükümeti, ABD ile işbirliği içinde ülkenin askerî gücünü artırma isteğini gizlemiyor. Japon halkı da dünyanın değişik yerlerindeki krizlere askerî araçlarla müdahil olup olmamayı artık açıkça tartışıyor. İki Japon rehinenin Suriye’de IŞİD tarafından öldürülmesinin Japonya’daki bu tartışmayı nasıl etkileyeceği merak konusu.
Doğu Akdeniz havzasında yaşanan gelişmelerin Uzakdoğu’daki yansımalarıyla birlikte değerlendirilmesini gerektiren zamanlar çoktan gelmiş gibi görünüyor.