
Yapma çiçek partiler
Gerçekten şaşıyorum.
“Basireti bağlanmak” da ne kelime!
Sağduyusu, neredeyse tümüyle dumura uğramış bir ülke gibi burası!
Yeryüzünü bilmem ama korkarım Deccal’ın yerlisi, bizim coğrafyamız bakımından bir haylidir mesaisini yapıyor harıl harıl galiba.
Ne arzu, ne heyecan.
Yaşama sevincini yitirmiş, umutsuz bir hastaya çevrilmiş Türkiye!
Parti söylemlerine bakıyorum da, hiçbirinde gelecek vaat eden bir enerji yok.
Erdoğan’ın bu yurdu kaosa sürükleyecek tasarılarının girdabına kapılmaktan diğerlerinin de kendilerini alamadıkları çok açık değil mi?
Zira söylemleri farklı gibi görünse de, hepsinin yöntemleri onunla aynı.
Karşı çıkarlarken bile rol-modelleri Erdoğan.
Dünya görüşü sadece tek kişiye endeksli bir metodu, niçin diğer partiler de meydanlarda tıpkı onun yaptığı gibi sergilerler ki?
Hadi Erdoğan, “Başkanlık Sistemi”ne yakışan monizmiyle uyuşan bir üslup tutturmuş gidiyor.
Savunmanız gereken çoğulculuğa ters düşen bu yöntemden size ne!
Yurdun fırdolayı dört bir yanında herkesin katıldığı toylar kurarak, kırk gün kırk gece süren düğünlere, şenliklere, cümbüşlere çevirmek gerekmez miydi, bu seçim sürecini?
Kara kalabalıkları onun gibi toplayıp “hüüüülooğğ” diye bağırtmanın nesine özenilir, bilmem ki?
Giderek akıl almaz noktalara tırmandırılan bu “parti disiplini” denen maskaralığı da nerden çıkardınız?
Kışla mı burası?
550’şer vekil adayınız var ama güvenciniz yok hiçbirine.
Aman baltayı taşa vurmasınlar; yeter ki sussunlar!
Daha şimdiden itaatkâr birer emirber olmayı öğreniyorlar, seçilmeden her biri.
AKP, güçlü bir şekilde Erdoğan’ın varlığıyla kaim, onsuz düşünülemeyen bir oluşum.
Lakin size ne bundan?
Benzer türde bir ilişkiyi CHP-Kılıçdaroğlu, ya da MHP-Bahçeli yahut HDP-Demirtaş bağlamında kurarsanız, ne farkınız kalır ondan?
Oysa siz –özellikle de CHP— çoğulculukla övünecek değil miydiniz?
Üstelik kitlesellik, ancak yerel inisiyatiflere yol vermekle, fırsat tanımakla gerçekleşebilecek bir şeydir.
Bir adamın meydanlara çıkıp, “size bunu yapacağım, size şunu edeceğim” deme dönemi dünya için artık bitmiştir.
Uygar toplumların indinde, sandıktan çıkılsa bile, böyle düzenlerin meşruiyeti kalmamıştır.
Bu denli merkeziyetçi toplumlara, en iyi hâliyle, iradesi bir avuç egemenin vesayetinde olan naylon demokrasiler gözüyle bakılır.
O yüzdendir ki, AB’ye neden alınmadığımızı bir türlü kavrayamayıp öfkelenenlerin ruh hâli de, diğer sebeplerin hepsinden önce, kentsoylu kültürlerden geçerek yeni yaşama biçimi edinmiş şehirdeki akrabasının giderek seyrekleşen ilişkisini artık kendisini eskisi kadar beğenmediğine yorarak burnunun büyüdüğüne veren; hâlbuki birbirlerini uzaklaştıran asıl nedenin ise içinde debelendiği kendi geri hayat düzeni olduğu gerçeğini göremeyen, tıpkı o geri kalmış köylülük mantalitesi gibidir.
Türkiye’yi çağdaşlıktan koparacak en temel etmen, henüz hiç kimsenin oralı bile olmadığı ademimerkeziyetçi yönetim biçimi bilinçsizliğidir.
Ve hiçbir partinin programında, en esaslı söylem olamamıştır.
Burası, çoğulculuğa, katılımcılığa ve yerindenlik prensiplerine beyin damarları tıkalı kalmış tekil kafalı seçkinlerin ve iyi yaşama tahayyülleri bu çizgide evrilmemiş çözümsüz kitlelerin diyarıdır.
En anlayışlısının dahi henüz sosyal yapıyı hazır bulmadığı bir aptallar koğuşudur.
Oysa toplumsal hayat, her seferinde ilk defa yürünen ve yaşandıkça biçimlenen, ilkin belki şose ama sonra giderek devleşen bir bulvar gibidir.
Gücü eline geçirenin birörnekliği dayatarak herkesi kendine benzetmeye kalkmasını göremeyip merkeziyetçilikte direnen, oysa insan gibi yaşamanın en sağlıklı yolu olan ademimerkeziyetçiliği keşfedemeyene, tanrı dahi istese bile ne yapabilir ki?
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: